Yönetmenlik kariyerine devam eden aktif isimler arasında en ünlülerden bir tanesi sinemaya Se7en, Fight Club, Zodiac, The Social Network, Gone Girl gibi pek çok eser kazandıran David Fincher. Buna karşın Fincher’ın kariyeri boyunca, özellikle de kariyerinin ilk yıllarında gerek eleştirmenlerden gerekse Akademi’den pek saygı gördüğü söylenemez. 90’lı yılların sonunda David Fincher’ın eline bu durumu değiştirip sektörün sevgisini kazanabileceği iyi bir fırsat geçmiş. Yönetmenin yazar olsa da senaristlik tecrübesi bulunmayan babası Jack Fincher’ın yazdığı ve Hollywood’un 1930’lu yıllardaki durumuna ışık tutan: “Mank”. Fakat o dönem projeyi hayata geçiremeyen David Fincher, tutku projesi olarak gördüğü projeyi anca babasının vefatından yıllar sonra Netflix’in sunduğu yüksek bütçe sayesinde hayata geçirebilmiş ve bu yılki Oscarların en büyük favorilerinden biri olarak karşımızda…

1941 yılında gösterime giren Citizen Kane, hiç şüphe yok ki sinema tarihini derinden etkileyen ve bugün hala gelmiş geçmiş en önemli filmler arasında anılan bir iş. Citizen Kane’in kendisi kadar prodüksiyon ve gösterim aşamasında yaşananlar da bir hayli ünlü. David Fincher’ın filmi işte bu Citizen Kane’in Oscar sahibi senaryosunun (filmin tek Oscar’ı) mimarlarından Herman J. Mankiewicz’in ya da sektör içinde daha çok bilinen adıyla Mank’in yazım sürecindeki yıllarını ele alıyor…

Filme 1940 yılında başlıyoruz. O yıllarda Hollywood’un dahi çocuğu olarak görülen Orson Welles (Tom Burke), yeni filmi için Hollywood’un en ünlü senaristlerinden olan Herman J. Mankiewicz’ten (Gary Oldman) senaryo yazmasını talep eder. Orson Welles’ın filmi o yılların aşırı zengin, ünlü medya patronu William Randolph Hearst (Charles Dance) hakkında olacaktır. Ağır bir trafik kazası geçiren Mank’in bir yandan senaryo yazdığı dönemi izlerken diğer yandan flashbackler aracılığıyla 1930’lar boyunca süren ve senaryo sürecine etki eden olayları izliyoruz…

Citizen Kane, ana konusunu çok sevip, teknik açıdan başardıklarına büyük saygı duysam da dramatik açıdan pek başarılı bulmadığım, kişisel olarak çok da hayranlık duymadığım bir filmdir. Aynı cümleyi Mank için de rahatlıkla kurabilirim. Tabii Citizen Kane’in o dönemki teknik başarılarının yanında Mank’inkiler fazlasıyla devede kulak kalıyor…

Sinema sektörü hakkındaki yapımları genel olarak çok sevdiğim için, Citizen Kane ile ilgili elde çok malzeme olduğunu bildiğim için, yönetmen koltuğunda neredeyse her filmini sevdiğim David Fincher oturduğu için Mank’i seveceğimi düşünüyordum. Fakat ne yazık ki karşımda dramatik açıdan çok zayıf bir film buldum. Evet, önemli bir senaristin hayatını ele alıyor. Büyük Buhran dönemindeki Hollywood’a bakış atarak sektöre eleştiriler getiriyor. Fakat bunları çok etkisiz bir yolla yapıyor. Ben olaylara belli bir düzeyde hakim olmama rağmen film boyunca konuya tutunabilmek, filmden kopmamak için ciddi bir çaba göstermem gerekti. Son 10-15 dakikalık kısmı hariç tutacak olursam filmin neredeyse hiçbir anından keyif almadım… Keşke tamamen Mank’e odaklanan bir film olmak yerine Orson Welles’ı işin içinde daha çok tutan, Citizen Kane odaklılığını daha da çok hissettiren bir iş olsaymış…

Elbette teknik açıdan Mank’e söyleyecek pek bir söz yok. O yılların etkisini daha da iyi hissettirmek için baştan sona siyah-beyaz çekilen film, o yıllarda mevcut pek çok teknik özelliği de kullanıyor. Tabii bunu yaparken günümüz teknolojisinin nimetlerinden de sonuna kadar faydalanıyor ve görüntü yönetmenliği açısından başarılı bir iş ortaya koyuyor. Prodüksiyon tasarımı son derece başarılı. Dönemin formatına uygun müzikleri de gayet iyi…

Filmin başrolündeki Gary Oldman, oldukça gösterişli bir rolde. Filmi sevenler muhtemelen Oldman’ın performansını da çok seveceklerdir ve bu sayede yeni bir Oscar adaylığı çok mümkün. Fakat doğrusu ben, film boyunca karakterle hiç bağ kuramadığım gibi Oldman’ın performansından da etkilenmedim… Beni filmin içinde tutma konusundaki en büyük katkı ise Amanda Seyfried’e aitti. O yılların ünlü aktrisi Marion Davies’i oynayan oyuncu, ekranda gözüktüğü her an ışıltısıyla büyülemeyi başardı. Aslında senaryo gereği kendisine çok da büyük iş düşmemiş ama yer aldığı her sahnede çok iyi iş çıkarmış. Normal bir yılda Oscar’ı kazanması zor olabilirdi ama rekabetin daha az olduğu bu yılın şartlarında ödülü kazanması büyük sürpriz olmaz… Bu iki isim dışında ise iz bırakan performansa sahip pek kimse yok. Son dönemde Emily in Paris sayesinde büyük üne kavuşan Lily Collins, Arliss Howard, Tom Burke, Tom Pelphrey ve Charles Dance kadrodaki kendilerine pek iş düşmeyen önemli isimler arasındalar…

Filmin “en iyi film” kategorisindeki Oscar şansını da açıkçası izledikten sonra düşük görmeye başladım. Özellikle yakın dönemde “The Artist” ve “Birdman” gibi iki filmin Oscar’ı alması sektörle ilgili filmlerin Oscarlardaki yüksek şansını vurgular nitelikteydi. Fakat hem “The Artist” hem de “Birdman” genel izleyicinin de çok sevdiği filmlerdi. Hatta benim de 2010’larda Oscar kazanan filmlerden en sevdiğim filmler arasındaydılar. Fakat Mank, bu iki film kadar geniş kitlelere hitap edebilecek bir film değil. Sinemayı yücelten bir film olmaktan ziyade eleştirel bir film olması da işleri kolaylaştırmayacak. Fakat “en iyi film” dahil pek çok dalda adaylık kapacağı kesin…

Özetle Mank, teknik açıdan beklediğimiz gibi çok kaliteli bir iş olsa da David Fincher’ın tüm filmografisinin aksine izleyici dostu olmaktan çok uzak bir film. Filmi izlemeden önce Citizen Kane’i izlemek zorunluluk değil belki ama Citizen Kane’in anlattıkları hakkında, Mank’te yer alan karakterler hakkında ve o dönemin Hollywood’u hakkında bazı ön bilgilere olmak zorunluluk. Tüm bu zorunlulukları karşılasanız bile sevebileceğinizi garanti edemeyeceğim çok zor bir film…

Mank

6

Puan

6.0/10

2 Yorum

  1. Critics' Choice 2021 Adayları - izleryazar

    […] Mank, aldığı 12 adaylıkla adaylık sayısında en çok öne çıkan film oldu. David Fincher imzalı film, teknik dallardaki baskın üstünlüğü nedeniyle çok yüksek ihtimalle Oscar’da da benzer bir başarıya imza atacak gibi gözüküyor… […]