HBO’nun geçtiğimiz yaz en çok ilgi gören yeni işi buram buram yayınlandığı mevsimin kokusunu taşıyan “The White Lotus” oldu. “Freaks and Geeks” okulundan geçip Amerikan komedisinin önemli arasında dahil olan isimlerden Mike White’ın imzasını taşıyan altı bölümlük dizi, beklentilerin epey üzerinde ilgi görerek hiç hesapta olmayan ikinci sezon onayını da çok erkenden almayı başardı…

Adalardan oluşan Amerikan eyaleti Hawaii’de “The White Lotus” adındaki bir resort otelde geçiyor hikayemiz. Otelin işletmecesi Armond (Murray Bartlett) daha görür görmez aklının hinliğe çok iyi çalıştığını anlayabileceğimiz türden kurnaz bir adam. Fakat kurnazlıklarına karşın yeni işe aldığı görevlisinin doğum arifesindeki hamile bir kadın olduğunu anlayamayacak da biri…

Otelin en yeni misafirleri arasında ise aynı geminin yolcuları olarak katılan iki aile dikkat çekiyor. Bu iki aileden biri oldukça varlıklı Mossbacher ailesi. Ailenin annesi Nicole (Connie Britton) tam bir işkolik, baba Mark (Steve Zahn) ise kendiyle ilgili çeşitli keşiflerde bulunmaktaki bir adam. Çiftin erkek çocukları Quinn (Fred Hechinger) hayatını teknolojik aletlere adamakta, insan ilişkilerinde çok başarısız biri. Dahil olduğu tatil konusunda pek hevesli olmadığı da açık. Büyük kız kardeş Olivia (Sydney Sweeney) ise günümüz sosyal medya gençliğinin özet bir yansıması niteliğinde. Yanında getirdiği çekici arkadaşı Paula (Brittany O’Grady) ile birlikte her şeye aşırı duyarlı örnek kişiler gibi gözükseler de kendi davranışları konusunda ise aynı özeni gösterdikleri söylenemez…

Otele yeni konuk olan diğer aile ise yepyeni bir aile, balayındaki Patton ailesi. Shane (Jake Lacy) aileden kalma servetiyle son derece zengin bir adam, Rachel (Alexandra Daddario) ise güzeller güzeli genç bir gazeteci. Bu evliliğin sonunun çok iyi olmayabileceğine dair ise dizinin ilk anında önemli bir ipucu sunuluyor önümüze. Yani muhteşem başlasa da sonunun pek iyi gitmeyeceğini tahmin ettiğimiz bir ilişki bu… Shane’in otele dair memnuniyetsizlikleri de çiftin birbirlerini daha iyi tanımaya başlamalarının ilk fitilini ateşliyor…

Az önce dizinin ilk anında sunulan bir ipucundan bahsettim. Bu ipucunun yanında geleceğe dair önemli bir bilgi daha seriliyor önümüze. Otelde tatil sonunda birinin öldürüldüğü bilgisi… Peki her şeyin güllük gülistanlık başladığı bu tatilde işler nasıl cinayete varan bir noktaya gelebilir ki?

The White Lotus, ilk anından itibaren özgün bir şey izlediğinizi hissettiren bir yapım. Özellikle Hawaii’nin otantikliğini yansıtan çarpıcı müzik kullanımı da bu özgünlük hissini pekiştirme konusunda epey başarılı. “Katil kim” konulu kasvetli Amerikan kasabalarında geçen kasvetli hikayelerden çok sıkılmışken apaydınlık, renkli ve eğlenceli yapısıyla türe yepyeni bir soluk getiriyor. Her ne kadar dizinin her anında aklınıza olası cinayet senaryoları geliyor olsa da dizinin asıl taşıyı unsurunun bu merak unsuru olmadığını da belirtmek lazım. Eğer diziye bu hevesle başlarsanız tatmin edici bulmamanız çok olası, dizinin asıl niteliği zengin yaşantısına dair bir taşlama oluşu…

Zengin bir oyuncu kadrosuna sahip dizide herkes işini iyi yapmış. İşletme sahibi rolündeki Murray Bartlett rolüne çok yakışmış. Pek çok küçük rolde yer almasının ardından True Detective ile parlamaya başlayan Alexandra Daddario, bu ününü genelde ucuz gişe işlerinde kullanmaktaydı. Kendisine yeniden kaliteli bir işte rastladığıma sevindim. Güzel olduğu kadar yetenekli olduğunu da gösterme şansı yakalamış… Son günlerde adı sıkça karşıma çıkmaya başlayan Sydney Sweeney’i ise Once Upon a Time in Hollywood‘daki küçük rolünü saymazsak ilk kez izledim ve dikkat çekici buldum. Oldukça itici bir karakteri canlandıran Jake Lacy de performans anlamında dizinin bir diğer öne çıkan iyisiydi. Dikkat ettiyseniz yazıda Jennifer Coolidge’in oynadığı karakterden bahsetmedim bile. Bana göre dizinin en ilgisiz ve gereksiz yanıydı kendisinin sahneleri…

The White Lotus, çok muhteşem senaryoya sahip bir başyapıt falan değil elbette. Özellikle işlerin karışma kısmı ve onu takip eden final beklentimin epey altındaydı. Fakat dizilerde pek rastlamadığımız Hawaii atmosferini iyi yansıtan, bir yaz dizisi için gayet eğlenceli ve doyurucu içeriğe sahip bir yapımdı. Yeni sezon onayı gelse de yeni sezonlar tamamen yeni karakterle çekilecek ve sadece otelin kendisi aynı kalacakmış. Yani yepyeni zengin taşlamaları bizi bekliyor. İlk sezonki kalitesini koruyacaksa itirazımız yok!

The White Lotus 1. Sezon

7.7

Puan

7.7/10