Sinema izleyicisini en çok bölen türlerin başında müzikal geliyor olsa gerek. Ciddi bir kesim tarafından kesin şekilde reddedilip en iyi örnekleri bile görmezden gelinmek istense de bana göre sinemaya en çok yakışan, sinemanın ulaşabileceği en ihtişamlı noktalara temas eden bir tür müzikaller… Geçtiğimiz yıl bu türün en nadide örneklerinden biri olan La La Land’i izlemiştik. Her ne kadar sinemanın zirve noktalarından biri olsa da La La Land’in müzikal açlığımı bastırmaya yetmediğini ve yeterince müzikal olduğunu belirtmiştim. İşte karşımızda o müzikal açlığı bastırmaya gelen The Greatest Showman!

Şov dünyasının kurucusu olarak nitelendirilen P.T. Barnum, Amerika’da fakir bir aileden gelen ve büyük hayalleri sayesinde adını tarihe geçiren fırsatçı bir iş adamıdır. Tuhaf görüntüleri nedeniyle ucube olarak adlandırılabilecek türlü insanları bir araya getirerek ilk sirki kuran Barnum, büyük tepkilere karşın alt tabakanın ilgisini çekmeyi çok iyi başarır ve kısa sürede bu işi paraya çevirir. Fakat Barnum’un hayali daha fazlasıdır ve bunu başarması zor olsa da saygınlık kazanmanın peşinde koşmaya başlar…

The Greatest Showman, her şeyden önce muhteşem bir görsel ve işitsel şölen. Filmdeki şarkı seçimleri ve şarkılarla birlikte sunulan kareografiler mükemmel. Daha filmin ilk sahnesi “The Greatest Show” ile kolayca muhteşem dünyasına alıyor ve film boyunca da içerisinde tutmayı başarıyor. Müzikal şarkılar sadece kalite anlamında değil sözleriyle de etkileyici bir şekilde ilerliyor ve filmin vermek istediği mesajları birer birer adrese teslim ediyor. “A Million Dreams”, “This Is Me”, “Never Enough”, “Rewrite the Stars” hepsi muhteşem şarkılar. Bu kadar güçlü bir soundtrack ile zaten filmin başarısız olması pek ihtimaller dahilinde değilmiş. Hugh Jackman’in arkadaşı olan ve onun tavsiyesiyle bu işe atılan Avustralyalı yönetmen Michael Gracey de ilk uzun metrajlı filminde eldeki malzemeyi iyi değerlendirince ortaya müzikal türünün en iyi örneklerinden biri çıkmış…

The Greatest Showman, verdiği sinemasal zevkle beraber pek çok mesajı da içerisinde barındırıyor. Başarıya giden yolda hayaller kurmanın ve bu hayallerin peşinden koşmayı anlatan film, farklılıklardan korkmayıp onların üzerine giderek avantaja dönüştürmeyi öğütlüyor. Sade bunlar da değil tabii filmin birçok noktası ders niteliğinde ama bunları göze sokmayıp estetik bir şekilde yapıyor, tam da olması gerektiği gibi. Son sözünü de büyük finalde söylüyor film…

Filmin başrolünde yer alan Hugh Jackman, Les Miserables sonrasında müzikallere ne kadar çok yakıştığını bir kez daha gösterme fırsatı bulmuş. Gerek müzikal sahne performansları, gerekse dramatik sahnelerdeki performansı oldukça etkiliydi. Zac Efron ve Zendaya ikilisi yan hikayeleriyle filme ayrı tat katmış. Dans performanslarını da ayrıca beğendim. Normalde itici bulduğum Zac Efron’u ilk kez bu filmde sevebildim. Bu filmle tanıdığım Zendaya’nın önü açık gözüküyor. Michelle Williams filmde biraz sönük kalmış ama kadro genel anlamda oldukça başarılıydı.

Müzikallere bayılan biri olarak The Greatest Showman’i çok seveceğimi biliyordum ama beklentilerimi de çok aşan bir filmle karşılaştım. Türünün en iyi örneklerinden birinden bahsediyoruz. Belki ikinci kısımda yer yer müzikal olduğunu unutup fazla dramatikleşmesiyle hafif tempo düşüşü eleştirilebilir ama onun dışında her şey “muhteşem”. Fırsat varken sinemanın sunduğu en görkemli filmlerden birini büyük ekranda, iyi bir sinemada izleyin derim…

The Greatest Showman

9.5

Puan

9.5/10

2 Yorum

  1. Danger UA

    Hugh Jackman dışında vasat bir filmdi. Olaylar çok hızlı gelişiyor. Karakterler çok yüzeysel.

    Yanıtla
    • izleryazar

      Film drama formatında olsa olayların hızından şikayet edebilirdim ama müzikalde bu durum avantaj olmuş bence. Anlatmak istediğini etkili bir şekilde yüksek tempoda anlatmış.

      Yanıtla

Yorum Yazın

Email adresiniz yayınlanmayacak.