İlk sezonuyla tam 20 dalda Emmy adaylığı kazanıp, bunların “en iyi komedi dizisi” dahil 7 tanesini kazanma başarısı gösteren Ted Lasso, ikinci sezonuyla geri döndü. NBC Sports skeçlerinden uyarlanan ve Apple TV+’ın pek çok yönden bugüne kadarki en başarılı işine dönüşen dizi, futboldan da başarılı kurgusal yapımlar üretebileceğinin canlı kanıtı olmuştu. İkinci sezon da dizinin başarısının devamını niteliğinde…
İlk sezonda Amerikan futbolu koçu Ted Lasso (Jason Sudeikis), kendisini tamamen yabancısı olduğu ve temel kurallarını bile bilmediği klasik futbolun en prestijli ligi İngiltere Premier Ligi’ndeki orta halli AFC Richmond’ın başında bulmuştu. Ted’in öğrenmesi gereken yepyeni bir spor dalı, alışması gereken çok farklı bir ülke, uğraşması gereken takımın kötülüğünü isteyen patronu ve de takım haline getirmesi gereken çok sorunlu bir futbolcu topluluğu vardı. Ted, aslında ilk sezonda pek çok şeyi başarsa da sportif başarı bunlardan biri değildi ve o artık ikinci sezonun hedefiydi…
Futbol, dünyanın en çok ilgi gören spor dalı olsa da futbolla ilgili akla gelen kurgusal film veya dizilerin sayısı bir elin parmağını geçmeyecek derecede az. Bunun da aslında pek çok farklı sebebi var. Çok kalabalık bir ekibin başarma arzusu duygusunun izleyiciye geçirilmesinin zorluğu, hem teknik olarak hem duygu olarak futbol maçlarının ekrana aktarılmasının zorluğu bunlar arasında. Fakat ana sebep futbolla ilgili olası senaryoların çok fazla kıvraklık payının olmaması, klişelerden kaçmanın çok zor olması…
Ted Lasso’nun da aslında futbolla ilgili kısımlarda zaman zaman klişelerden yararlandığı söylenebilir. Fakat senaristler en başından beri futbol dizisi yapmakla ilgili zorlukların çok iyi farkındalar. Bunun çaresini de futbolu dizide bir arkaplan olarak kullanıp, futbol dışı faktörleri öne çıkarmakta bulmuşlar. Özellikle ikinci sezonla birlikte bu durum daha net bir şekilde anlaşılmaya başladı. Elbette yine kendimizi zaman zaman heyecanlı futbol maçlarının ortasında bulduk ama bunların yoğunluğu bir hayli azdı…
Ted Lasso’nun ikinci sezonda en iyi yaptığı şey karakterlerini derinleştirmekti. İlk sezon dizideki odak noktamız büyük ölçüde Ted Lasso’nun kendisi ve takım patronu Rebecca (Hannah Waddingham) idi. İkinci sezonda ise iki karakter de biraz geri çekildiler ve ilk sezondaki hikayelerini tekrar etmekten kaçınmayı başardılar. Etrafa her daim pozitiflik saçan Ted Lasso’nun içindeki saklı travmalar, Rebecca’nın babasıyla olan sorunları ve sürpriz bir yeni aşka yelken açması sezonun konuları arasındaydılar…
İlk sezonda takımın kaptanı pozisyonunda olan Roy Kent (Brett Goldstein), ikinci sezonda da hikayemizde önemli yer tutmaya devam etti. Artık emekli bir futbolcu olan Roy Kent’in yeni maceraları sezonun keyifli yanlarından birini oluşturdu. Kariyeri açısından parlak bir yıl geçiren kız arkadaşı Keeley (Juno Temple) de hikayemizin bir diğer önemli karakteri oldu…
Bu sezonun sürpriz şekilde öne çıkan karakterlerinden biri de Nath (Nick Mohammed) oldu. Ted’in malzemecilikten koçluğa terfi ettirdiği Nath’in arkaplandaki sessiz bir koç olmaktan daha büyük emelleri vardı. Keeley ve Rebecca’nın da katkılarıyla sezon boyunca kendini yenileyen Nath, şaşırtıcı bir değişim geçirerek üçüncü sezonun en önemli karakterlerinden biri haline geleceğinin ipuçlarını gösterdi…
İlk sezon dizinin kötü karakterlerinden olan Jamie Tartt’ın (Phil Dunster) baba sorunlarının öne çıkarılması, genç Nijeryalı Sam’in (Toheeb Jimoh) önüne çıkan önemli fırsatlar, Meksikalı Dani’nin (Cristo Fernandez) yaşadığı trajikomik kaza, Koç Beard’ın (Brendan Hunt) kız arkadaşıyla olan problemli ilişkisi sezon içerisinde yer alan konulardan bazılarıydı. İlk sezon pek çoğu küçük önemsiz gözüken, tek boyutlu gördüğümüz bu karakterler artık daha yakından tanıyıp önemsediğimiz karakterler haline geldiler. Bu arada futbolcu karakterlerini ilk sezonda epey yapay bulup performanslarını beğenmemiştim. İkinci sezonda ise bu abartının dizinin evreniyle uyumlu olduğunu düşünmeye başladığımı ve karakterler derinleştikçe pek çok oyunculuk performansıyla ilgili görüşlerimin son derece olumlu yönde değiştiğini de itiraf etmeliyim…
İlk sezon yazımda da belirttiğim gibi Ted Lasso gerçekçilikten beslenen bir dizi değil ve bu durum futbolu çok seven izleyiciler için biraz problem. Eğer doya doya futbol coşkusu ve heyecanı yaşamak isteyerek diziye başladıysanız muhtemelen ikinci sezonu ilkinden de az seveceksiniz. Ve kötü haber, istediğiniz gibi bir dizi muhtemelen dünyada mevcut değil… Fakat ilk sezon iyi giden pek çok şeyin ikinci sezonda da hala çok iyi gittiğini ve Ted Lasso’nun ekranların en keyifli, en pozitiflik saçan dizilerinden biri olduğunu söylemek mümkün. Son olarak dizideki Londra portresine hemen her bölümde tekrar tekrar hayran kaldığımı ve de Ted başta olmak üzere dizinin çoğu karakterinin film ve televizyon dünyası üzerine uzun uzun konuşabilmesinden (ve sık sık konuşmasından) büyük keyif aldığımı not düşmeliyim. Üçüncü sezon onayını çok önceden alan Ted Lasso’nun gelecek sezonlarını da merakla bekliyor olacağım…