Freaks and Geeks dizisiyle birlikte yakın dönem Amerikan komedisinin temellerini hazırlayan Judd Apatow, yetiştirmiş olduğu isimlerin yanı sıra kendi yönettiği filmlerle de adından söz ettirmeye devam ediyor. Ünlü senarist & yönetmen önemli başarı elde eden son filmi Trainwreck‘in ardından, yani beş yıllık uzun bir aradan Saturday Night Live’ın son dönemde yıldızı parlamaya başlayan isimlerinden biri olan Pete Davidson ile birlikte geri döndü…

Scott (Pete Davidson), 11 Eylül saldırılarında hayatını kaybeden kahraman bir babanın yirmili yaşlarındaki ve hayatın kendisini nereye götüreceği hakkında fikri olmayan oğludur. Kendisini pek aklı yerinde olmayan biri olarak gören Scott’ın en büyük tutkusu vücudunun her yerini kaplayan dövmeler, en büyük hayali ise dövmeci & restoran konseptlerini birleştiren bir işletme açmaktır… Scott’ın küçük kız kardeşi Claire’ın (Maude Apatow) üniversiteye başlamak üzere evden ayrılması ve annesi Margie’nin (Marisa Tomei) sürpriz bir yeni erkek arkadaş edinmesi büyük değişikliklerin başlangıcı olur…

Staten Island, dünyanın göz bebeği New York’un pek popüler olmayan kısımlarından biri. The King of Staten Island için de fazla popüler olmayan türden bir kahramanlık hikayesi demek yanlış olmaz. Pete Davidson’ın öz babasına adanan film, komedyenin yarı otobiyografik filmi olma özelliği taşıyor. Kurgusal kısımları olsa da 11 Eylül’de hayatını kaybeden itfaiyeci bir babanın oğlu olma gibi konunun ana kısımları birebir gerçek hayattan alınma…

The King of Staten Island, her şeyden önce hazırlanışındaki samimiyetini izleyiciye aktarmayı başaran bir iş. Film, hiçbir anında çok yükselip çok iddialı şeylere kalkışmıyor. Komedi anlamında da kahkaha attırmaktan ziyade küçük tebessümlere talip oluyor ve abartıdan uzak, gerçekçi yaklaşımı sayesinde izleyicinin filmle kolay bağ kurabilmesini sağlıyor. Filmde yer almasa da sıkça anılan kahraman babayı bile kusursuz olarak göstermeyip cesur bir gerçekçilik sergiliyor…

Başroldeki Pete Davidson muhtemelen bu filmden sonra kariyerindeki yükselişini hızlandıracak bir yetenek. The Diary of a Teenage Girl filmiyle yıldızı parlayan Bel Powley, Oscarlı oyuncu Marisa Tomei ve belki de ilk kez önemli bir filmde ciddi süre alan Bill Burr ona eşlik eden oyuncular arasındalar. Kız kardeş rolündeki Maude Apatow da filmde dikkatimi çeken ve ekrana yakıştırdığım oyunculardandı. Filmi izledikten sonra daha önce de çeşitli yapımlarda izlediğimi, daha da önemlisi yönetmenin öz kızı olduğunu öğrendiğimde şaşırdım…

The King of Staten Island’ın ayrı parantez açılmayı hak eden oyuncularından biri de şüphesiz Steve Buscemi. Usta oyuncunun filmde küçük bir rolde yer alması şaşırtıcı gibi gözükse de tıpkı filmdeki gibi gerçek hayatta da itfaiyecilik yaptığı öğrenildiğinde her şey daha anlamlı hale geliyor. 11 Eylül döneminde de gönüllü olarak bir süre itfaiyeciliğe dönen Steve Buscemi’nin filmde yer alması yönetmenin izleyiciye çok hoş ve anlamlı bir sürprizi olmuş…

136 dakikalık bir süreye sahip olması The King of Staten Island’ın en önemli eksilerinden bir tanesi. Judd Apatow’un pek çok filminde görülen bu olumsuzluk, filmi olduğundan daha önemli bir film olduğu beklentisi içerisine sokuyor. İçerik olarak çok güçlü olmayan ve izleyiciyi iyi hissettirme üzerine kurulu bir film için bu süre epey fazla olmuş… Yine de süresini pek hissettirmediğini, keyifli ve çoğu zaman sürükleyici olduğunu belirtmek lazım. Tabii yüksek beklentiyle izlenmemesi gereken çerezlik, hafif bir film olduğunu da…

The King of Staten Island

6

Puan

6.0/10