Oppenheimer (2023)

Çağımızın en popüler yönetmenlerinin başında gelen Christopher Nolan, Interstellar‘la kariyerinin en iyi işlerinden birini çıkardıktan sonra sert bir inişe başladı. Özellikle Tenet‘ten nefret etmem sonrası 3 saatlik Oppenheimer’ı sinemada izleme konusunda ikna olmam kolay olmasa da en sonunda sinemanın yolunu tuttum… Neyse ki Oppenheimer, Nolan’ın biraz olsun toparlandığı ve eli yüzü düzgün bir biyografi ortaya koyduğu bir iş olmuş. Atom bombasının mucidi olarak bilinen Oppenheimer’ın bilimsel başarısıyla insanlık tarihinin en kötü olaylarından birine yol açışının çelişkisi iyi aktarılmış. Her ne kadar Nolan’ın en az görsellik barındıran ve en evde izlenesi filmlerinden biri olsa da görkemli bir sahne ve ara geçişlerde masraftan kaçınılmamış… Siyah beyaz filmlerin aşırı yüceltildiği dönemde Nolan da bu furyaya düşmüş ve filmdeki zaman çizgilerinden birini siyah beyaz olarak ekrana sürmüş. Doğrusu ne bu durumu ne de iki farklı zaman çizgisindeki ilerleyişi sevemedim. Gereksiz dikkat dağıtıcı buldum. Aşırı bol diyaloglu filmin yer yer sık sık sıkıcı duruma düşmesinde bu durumun payı büyüktü… Filmin bol yıldızlı kadrosunun başrolünü üstlenen Cillian Murphy ne yazık ki bir türlü sevemediğim bir oyuncu. Filmdeki heyecansızlığımdaki payımda onun başrol oluşunun da etkisi büyüktü. Bu filmde kariyerinin en iyi işini çıkardığını kabul etmekle birlikte, aşırı yüceltilecek bir durum olduğunu düşünmüyorum. Yine de bir Oscar adaylığını hak ediyor… Artık Iron Man’den bağımsız düşünemediğimiz Robert Downey Jr. da yeniden oyuncu olduğunu hatırlayıp, hatırlatmış. Şu sıralar Oscar’ın en büyük favorisi gösterilse de Akademi’nin yıllarca aynı karakterle cebini dolduran bir oyuncuyu ödüllendirmek için yanıp tutuştuğunu düşünmüyorum… Bir türlü Oscar adaylığı alamayan Emily Blunt ise nihayet aradığı adaylığı bulacak gibi duruyor… Uzun lafın kısası Oppenheimer, yer yer beni ekrana kilitleyen yer yer ise ilgimi çekmekte epey zorlanan bir film oldu. Nolan’ın devasa bütçesini bilim adamlarına odaklanan, tarihi gerçeklerden yola çıkan bir filme harcayıp büyük gişe yapmasını takdir etsem de abartıldığının aksine bir ustalık eseri olmaktan çok uzak olduğunu düşünüyorum…

Oppenheimer
7.5

No Hard Feelings (2023)

Amerikan sinemasında alışılageldik komedi filmleri tamamen terk edilmenin eşiğindeyken Jennifer Lawrence’lı No Hard Feelings, bu yazın ses getiren filmlerinden biri olmayı başarıp Amerikalılara böyle bir türün varlığını hatırlattı. Aynı zamanda da sinema dünyasına Jennifer Lawrence’a komedide daha fazla alan açılması gerektiğini… The Office ekibinden Gene Stupnitsky’nin ilk filmi Good Boys‘u sevdiğimi söyleyemem. Fakat yönetmen & senarist, bu kez oldukça eğlenceli, izleyiciyi bir an olsun sıkmayıp dış dünyanın dertlerinden uzaklaştırmayı sağlayan keyifli bir yapıma imza atmış… Elbette çok derinlikli ya da yenilikçi bir işten bahsetmiyorum ancak türü sevenleri memnun etme potansiyeli yüksek bir seyirlik…

No Hard Feelings
7.0

Past Lives (2023)

Amerikan sinemasında Asya etkisinin her zamankinden çok hissedildiği son dönemdeki en son Asya bağlantılı yapım Celine Song’dan geldi. Filminin senaryosunu da kendi yazan yönetmenin ilk filmi, yılın ilk aylarından itibaren yılın en çok övülen bağımsız filmlerinden biri olma özelliğini korudu ve Oscar dönemine iddialı şekilde giriş yaptı… Güney Kore’den Amerika’ya çocuk yaşta göçen bir kadının yıllar sonra çocukluk arkadaşıyla yollarının kesişmesini ele alan film, oldukça etkileyici bir çıkış noktasına sahip. Bu tip hayatın içinden dokunaklı hikayeleri kucaklamaya hazır biri olarak Past Lives’tan da beklentim çok üst seviyelerdeydi. Buna karşın filmin ilk kısmını tam olarak sevdiğimi söyleyemem. Muhteşem ilk sahneye karşın devamında film, ilgimi canlı tutmakta zorlandı. Filme odaklanmayı güçleştiren sıkıcı müzikler de bunda etkendi… Fakat asıl karşılaşma gerçekleştikten sonra filmi epey sevmeye başladım ve finalini ise çok sevdim. Klişelere düşmeden doğallığı koruma çabasını takdir ettim. Yılın iyilerinden olduğu muhakkak ama beklentiyi çok da yüksek tutmamak gerek…

Past Lives
7.5

A Good Person (2023)

Scrubs dizisiyle ün kazanan Zach Braff, dizi sonrasında daha çok yönetmen kimliğiyle adından söz ettiriyor. Televizyondaki işlerini saymazsak sinemada son olarak 2017 yapımı Going in Style’da karşımıza çıkan Braff, yine Morgan Freeman’lı bir filmle geri döndü. Kendisini izlemekten her daim büyük keyif aldığım Morgan Freeman’ı bu filmden yıllar sonra ilk kez izleyecek olmak, filmi izlemeye beni ikna eden en güçlü faktörlerdendi. Son dönemin yükselen yıldızı Florence Pugh’un başrolde oluşuyla birlikte.. Filmin kendisinden çok büyük beklentilerim olmasa da kısa sürede yanıldığımı anladım. Hayatın içinden, hemen herkesin başına gelebilecek türden bir olayın yıkıcılığı çok başarılı ele alınmış. Biçimsel olarak farklı olmaya çabalamak yerine bilindik formülleri çok iyi uygulamış… Filmin dramatik duygusunun geçmesinde Florence Pugh’un etkileyici performansının rolü en üst seviyedeydi. Bugüne kadar izlediğim en iyi performansı olduğunu söyleyebilirim. Morgan Freeman’ın da kariyerinin son demlerindeki en kayda değer performanslarından birini gösterdiğini söylemek yanlış olmaz. Usta oyuncuyu keşke daha fazla bu tür işlerde görebilsek… A Good Person, benim için yılın şu ana kadarki en iyi sürprizlerinden…

A Good Person
8.0