No Other Choice (2025)

Güney Kore sinemasının en önemli yönetmenlerinden biri olarak görülmesine karşın bugüne dek neredeyse hiç uyuşamadığımız bir yönetmendi Park Chan-wook. Özellikle Decision to Leave‘deki hayal kırıklığım sonrası No Other Choice için beklentilerim çok düşük seviyedeydi. Buna karşın daha ilk dakikasından itibaren filmin büyüsüne kapıldım. Hayattan isteyecek hiçbir şeyi kalmayacak derecede mutlu olan bir adamın yıllarca emek verdiği işinden atılması sonrası yeni bir iş bulmak uğruna tüm rakiplerini ortadan kaldırmaya karar vermesini konu alan film, absürt bir çıkış noktasını son derece realist bir düzleme oturtmayı başarmış. Ana karakterle empati kurmanın çok kolay olduğu film, hem çok eğlenceli hem de hayli düşündürücü. Kapitalist sistemin gözlerden çok da uzak olmayan karanlık yönünü eleştiren film, yapay zeka ve aşırı makineleşmeyle gelen güncel sorunları da ele alıyor. Muhteşem bir görüntü yönetmenliğine, çok iyi müziklere sahip film her yönüyle yılın en doyurucu sinema deneyimlerinden birini sunuyor. Park Chan-wook’un kendi Parasite’ını yakaladığını söylemek mümkün, ödül sezonu içerisinde favorilerden birine doğru evrilirse hiç şaşırmam. Yılın şu ana kadar izlediğim en iyi filmi…

No Other Choice
9.0

Jay Kelly (2025)

Marriage Story ile yakaladığı büyük başarı sonrası yüksek beklentiler beslenen Noah Baumbach, sonraki filmi White Noise ile büyük hayal kırıklığı yaşamıştı ki o filmi izleme gereği bile duymamıştım. Bu yılın erken ödül favorilerinden görülen Jay Kelly için de nedense benzer bir fiyaskoymuş gibi bir propoganda başlatıldı. Aralık ayında Netflix’te gösterime girecek film için olumsuz görüşlere aldırış etmeden Filmekimi’nde sinemanın yolunu tuttum, konu itibarıyla sevmeme ihtimalimin çok düşük olduğunu düşünüyordum ki yanılmadım… Ünlü Hollywood yıldızı Jay Kelly’nin (George Clooney) kariyerinde artık onur ödülü alacak yaşlara geldiğinde tüm hayatını gözden geçirmesini ele alan film, belki hiç işlenmemiş bir konuyu işlemiyor ama onu özgün bir tatla sunmayı başarıyor. Bu tip filmlere “şımarık dertler” filmi olarak bakmak kolay ama ben hayattaki öncelikler üzerinden pek çoğumuza dokunacak derin perspektiften bakmayı tercih ediyorum. Film bittiğinde beni gerçekten etkiledi ve uzun sayılabilecek süresine rağmen film boyunca iyi vakit geçirdim… George Clooney, eski tip Hollywood ünlülerinin günümüzdeki versiyonlarını oynamak için olabilecek en ideal seçim olmuş. Rol gerçekten kendisi için bitilmiş kaftan ve çok iyi oynamış. Eğer film gerçekten güçlü Oscar adaylarından olsaydı kendisinin Oscar adaylık şansı da yüksek olurdu. Hala ben ümitlerin bitmediğini düşünüyorum, muhtemelen iyi bir kampanyayla Akademi üyelerinin radarına ve kalbine çok kolay girebilecek bir film ve performans çünkü. Öte yandan Adam Sandler bu filmdeki rolüyle muhtemelen filmin başarısından bağımsız şekilde kariyerinin ilk Oscar adaylığını alacak. Zaten Uncut Gems’ten kendisine bir borçları var, hatta ödüle ulaşması da çok mümkün…

Jay Kelly
7.5

Nouvelle Vague (2025)

Kariyeri boyunca farklı denemeler yapmaktan çekinmeyen Richard Linklater, bu kez Fransızca bir filmle karşımızda… Sinema tarihinin en önemli hareketlerinden biri olarak görülen Fransız yeni dalgasını Godard’ın kültleşen ilk filmi Breathless’ın çekim süreci üzerinden anlatan film, özellikle Fransız yeni dalgayı seven sinefiller için nadide nitelikte. Filmi akımın ruhuna uygun bir şekilde çeken Linklater, Zoey Deutch dışındaki ana karakterleri no-name genç isimlerden seçmiş… Açıkçası Fransız yeni dalganın Eric Rohmer gibi bazı temsilcilerini çok sevsem de genel olarak hayranı olduğum söylenemez. Godard’ın Breathless’ını izlemesem de izlediğim birkaç filminden nefret etmiştim. Hal böyle olunca fragmanını çok sevdiğim filme karşı oldukça temkinliydim. Filmin ilk kısmı da korktuğum gibi şekil olarak çarpıcı ama içerik olarak fazla didaktik gözüktü ve karşıma tanımadığım isimler çıkardıkça korkum arttı. Fakat yorucu giriş kısmının ardından Godard ve filmine odaklanmaya başladıktan sonra filmin tadı giderek arttı. Sinemayla ilgili pek çok filmden olduğu gibi keyif aldım ve pek çok yeni detay öğrendim. Bana kalırsa birkaç yıl önce ödül döneminde adından sıkça söz ettiren David Fincher filmi Mank‘ten çok daha iyiydi ama tabii bu hayli düşük bir eşik… Özellikle Fransız yeni dalgayı sevenlere ya da akım hakkında bir şeyler öğrenmek isteyenlere tavsiye edilir…

Nouvelle Vague
7.0

Bugonia (2025)

Yunan yönetmen Yorgos Lanthimos her geçen gün popülerliğini arttırarak Hollywood’un en ünlü yönetmenlerinden biri olma yolunda ilerliyor. Özellikle Poor Things sonrası kendisine olan saygım en üst mertebeye ulaşmıştı. Fakat geçtiğimiz yılki Kinds of Kindness‘ın yaşattığı devasa hayal kırıklığı sonrası yine Emma Stone ve Jesse Plemons başrollü Bugonia için heyecan seviyemi olabildiğince düşük tutmaya çalıştım. Buna rağmen filme gelen pozitif yorumlar karşısında filme duyduğum heyecanı çok sınırlayamadım… Filmekimi’nin kendi adıma kapanış filmi olarak izlediğim filmi ne yazık ki sinemada hoşnut olmadığım bazı şartlar altında izledim… Yine de olumsuz koşullara karşın filmi izlemekten büyük oranda keyif aldım. Komplo teorileriyle kafayı yeme kıyısındaki bir adamın (Jesse Plemons), büyük bir şirketin CEO’sunu (Emma Stone) kaçırmasıyla gelişen olayları ele alan film, önemli ölçüde iki oyuncunun karşılıklı şovu şeklinde… Emma Stone son yıllarda her rolünde olduğu gibi yine devleşiyor. Bu başarı serisini sürdürmesi halinde muhtemelen tarihin en çok Oscar kazanan oyuncusu olacak. Jesse Plemons’un ise yüzünü artık çok fazla eskittiğini düşünüyorum. Her yerde benzer bir görüntüyle karşıma çıkmasından sıkılmaya başlasam da buradaki rolü bugüne kadarki en iyi performanslarından biri olabilir. Akademi filmi severse Oscar adaylığı kapabilir… Bugonia, özellikle Amerika’da internet yoluyla sayıları çok fazla artan komplo teorisyenleriyle alabildiğine dalga geçen bir film. Genel olarak eğlenceli bir tempoya sahip ve teknik özellikleriyle de yılın öne çıkan filmlerinden. Yine de içeriğinin biraz daha dolu olmasını, kendi içerisinde daha az tekrara düşüp daha özgün şeyler sunmasını isterdim…

Bugonia
8.0