Sinema dünyasının en ünlü senaristlerinden Aaron Sorkin, çok uzun yıllar sadece senaryo tarafında kaldıktan sonra 2017’deki Molly’s Game ile yönetmenlik koltuğuna geçme kararı almıştı. Geçen yılki The Trial of the Chiago 7 ise ödül anlamında önemli başarı elde edince Sorkin, hızını iyice arttırarak yeni filmi Being the Ricardos’u bu yıla yetiştirmeyi başardı. Yayın haklarını Amazon Prime Video’nun aldığı film, platformun pek çok filminin aksine bu kez Türkiye’de de karşımıza çıktı…
Amerika’da televizyonun giderek yaygınlaştığı ve televizyon dizilerinin insanların hayatında büyük yer kaplamaya başladığı yıllardayız. I Love Lucy, dönemin açık ara en popüler dizilerinden biridir. Fakat hem dizide hem gerçek hayatta evli olan Lucille Ball (Nicole Kidman) & Desi Arnaz (Javier Bardem) çiftinin özel hayatında yaşananlar dizinin geleceği için zorlu bir döneme girilmesine neden olur. Filmde hem bu dönemi, hem de dizinin doğuşuna giden yolda sektörün o yıllardaki durumunu izliyoruz…
Amerikan televizyonlarıyla yakından ilgili birinin I Love Lucy’nin ününü duymamış olması epey zayıf ihtimal. 1951-1957 yılları arasında yayınlanan dizi, bitiminin üzerinden yaklaşık 65 yıl geçmiş olmasına karşın hala pek çok yerde karşımıza çıkmaya devam ediyor. Her ne kadar diziyi hiç izlememiş olsam da merak edenlerden biri olarak I Love Lucy hakkında daha fazla bilgi edinme, fenomenliğinin kaynağına dair bir şeyler öğrenme ihtimali heyecan vericiydi. Fakat beklediğimi neredeyse hiç bulamadım…
Aaron Sorkin, dolu dolu senaryoları ve özellikle de laf ebesi karakteriyle tanınan bir senarist. Being the Ricardos’ta da olaylardan çok diyaloglar hikayenin akışında daha önemli unsur olarak karşımıza çıkıyor. Fakat bu diyalogları yeterince sürükleyici ve önemli bulduğumu söyleyemem. Daha büyük problemse hikayenin ele aldığı olayların dramatik açıdan ilgi çekici bir şekilde kurgulanamayışı. Aaron Sorkin, bu filmle birlikte senarist olarak izlediğim sekiz film ve bir dizisinin açık ara en zayıf senaryosuna imza atmış. Bununla birlikte yönetmen olarak da çok silik bir görüntü çizmiş…
Filmin en dikkat çekici yanlarından biri şüphesiz oyuncu kadrosuydu. Başrollerde Nicole Kidman ve Javier Bardem fena iş çıkarmamışlar. Fakat Oscar adaylık ihtimallerini pek anlayabildiğimi söyleyemem. Yabancı basında Nicole Kidman’ın bu rolle ikinci Oscar’ını kazanabileceğine dair yazılar bile mevcuttu ki filmi izledikten sonra adaylığını dahi zayıf ihtimal olarak görmeye başladım. Kadın oyuncu performansları açısından son derece zengin bir yıl geçirirken Nicole Kidman’ın kendisi için sıradan sayılabilecek bu performansıyla Oscar adaylığı alması ciddi hayal kırıklığı olur… Öte yandan filmin en çok beğendiğim ismi ise J.K. Simmons idi. Performansıyla yer aldığı her sahneyi ilgi çekici kılsa da filmdeki etkisi çok kısıtlı düzeyde olduğu için onun da Oscar adaylığı alabileceğinden şüpheliyim… Arrested Development’ta izlediğimiz Tony Hale ve Alia Shawkat ikilisini yeniden birlikte görmek güzeldi. Nina Arianda ve Jake Lacy de kadronun diğer ünlüleriydi…
Uzun lafın kısası hem sitcomları hem de televizyon/sinema dünyasına dair arka plan filmlerini seven biri olarak Being the Ricardos’tan beklentim epey yüksekti. Buna karşın ilgi çekici olmaktan çok uzak, rahatlıkla Aaron Sorkin’in en kötüsü diyebileceğim bir film buldum karşımda. Zamanında sunduğu eğlenceyle insanları ekrana kilitleyip milyonların yüzünü güldüren I Love Lucy’den bu kadar sıkıcı bir yapım çıkarabilmek gerçek bir hayal kırıklığı…