Psycho Therapy: The Shallow Tale of a Writer Who Decided to Write about a Serial Killer (2025)

Hayat yoğunluğu içerisinde film izlemeye ayırabildiğim süre ne yazık ki her geçen yıl daha da düşmekte. Buna karşın sinemalardaki iyi yenileri olabildiğince kovalamaya devam ediyorum… Oscar dönemi sonrası yeni sezonun ilk üç ayındaki menü ise yoğun tempoda kaçırdığım birkaç filmi saymazsak hiç de iç açıcı değildi doğrusu… Sezonun şu ana kadarki en çok beğendiğim filmi ise ilk haberini aldığımdan bu yana heyecanla beklediğim ve İstanbul Film Festivali’nde yönetmeni Tolga Karaçelik’in katılımıyla izleme şansı yakaladığım “Psycho Therapy” ya da aşırı uzun tam ismiyle “Psycho Therapy: The Shallow Tale of a Writer Who Decided to Write about a Serial Killer” oldu… Şu ana kadar tüm filmlerini çok sevdiğim yönetmen, ülke dışına çıktığı ilk filminde de önceki işlerine göre ters köşe bir iş yapma geleneğini sürdürmüş… New York’ta geçen filmde eşiyle boşanma aşamasında olan başarısız bir yazarın (John Magaro), kendisinin biyografisinin yazılmasını isteyen bir seri katil (Steve Buscemi) ile karşılaşmasıyla gerçekleşen tuhaf olayları izliyoruz. Yanlış anlaşılmalar üzerine kurulu bir kara komedi olan film, beni çok eğlendirdi ve her anında orijinal bir şey izlediğimin keyfini yaşattı. Gerek oyunculuklar, gerek görüntü yönetimiyle üst seviye bir işti. Özellikle Steve Buscemi’yi izlemekten her zamanki gibi keyif aldım. John Bagaro ve Britt Lower da iyi iş çıkarmışlar. Buna rağmen filmin uluslararası arenada pek beğenilmemesini anlamlandıramadım. Muhtemelen yılın en underrated filmi olarak kalacak…

Psycho Therapy
8.5

Loveable (2025)

Bu yılki İstanbul Film Festivali’nde radarıma giren filmlerden izleme fırsatı yakalayabildiklerimden biri de Norveçli yönetmen Lilja Ingolfsdottir imzası taşıyan “Loveable” oldu. Festival turunu bir önceki yıl yapmaya başlayan filmin kazandığı ödül ve övgüler beklentimi yükseltmişti ama sonuç büyük ölçüde hayal kırıklığı oldu. Toksikleşen ilişkilerin sonrasında kendini bulma türünden hikayeleri sık sık izliyoruz. Loveable’ın daha önceki benzerlerinden çarpıcı bir ayırt edici noktası olduğunu düşünmüyorum. İzlemesi tatsız, mesajı sıradan tamamen gerçekliğin arkasına yaslanarak övgü bekleyen bir film. Başrol performansını takdir etmekle, bazı iyi çekilmiş sahneleri olduğunu kabul etmekle birlikte filmi sevemedim…

Loveable
5.0

Başka Bir Sen (2025)

Son dönemin parlayan yıldız ikilisi Giray Altınok ve Kerem Özdoğan, her platformda farklı işlerle karşımıza çıkmaya devam ediyorlar. Disney+’ta yayınlanan Başka Bir Sen de ikilinin senaryodaki imzasıyla yayınlanan başka bir film. Yönetmen koltuğunda Ömer Faruk Sorak’ın oturduğu film, yurtdışında örneklerini gördüğümüz ama ülkemiz sinemasında benim karşıma pek çıkmayan türden özgünlükteki bir komedi… İkilinin en komik işlerini olduğunu söylemem fakat izlemesi oldukça keyifli bir komedi filmi. Başroldeki Giray Altınok ve Ezgi Mola’nın yanı sıra kadroda Cihat Tamer ve Nevra Serezli gibi uzun süredir denk gelmediğim iki ustayla karşılaşmak da hoştu. Filmin en büyük sıkıntısı ise çok göze batan ürün yerleştirmeleriydi. Bu tatsızlığı göz ardı edersek ana akımda bu tip komedilere daha çok ihtiyaç var…

Başka Bir Sen
7.0

Kalender Pide (2025)

“Çok Güzel Hareketler Bunlar” ilk kadrosundan en aktif sinema kariyeri oluşturan isimlerin başında İbrahim Büyükak geliyor sanırım. Kendisinin senaryosunu yazıp başrolünde oynadığı pek çok ticari başarılı filmi bulunmasına karşın bugüne dek bunlardan hiçbiri radarıma girememişti. Bu gidişatı değiştiren ise Tolga Çevik ve Gibi’deki yönetmenliğiyle parlayan Ömer Sinir’in varlığı oldu. Disney+’ta atıştırmalık bir şeyler ararken filme şans verme kararı aldım ve düşük beklentimin de etkisiyle fena bulmadım. Yenilikleri kapalı geleneksel bir pidecinin modern dünya unsurlarının içine düşmesini konu alan film, yer yer eğlenceli iyi vakit geçirten bir film. Sorunu ise pek inandırıcı olmayı başaramaması. Daha inandırıcı, gereksiz abartıları törpülenmiş bir haliyle daha başarılı bir hikaye çıkabilirmiş bu konudan…

Kalender Pide
5.5