Russell Crowe, Olga Kurylenko, Yılmaz Erdoğan ve Cem Yılmaz gibi birbirinden alakasız isimleri buluşturan The Water Diviner, hakkında ilk haberler çıktığından beri büyük bir ilgiyle takip ettiğim bir projeydi. Her zaman Oscar ödüllü bir oyuncunun gelip Türkiye hakkında Türk oyuncularla film çekmediği de düşünülürse bu durum son derece normal olsa gerek. Şimdi haklı olarak sormanız gereken soru madem bu kadar merakla bekliyordun da film çıkalı olmuş 4 ay neden şimdi yeni izledin? Evet aslında bu biraz tuhaf bir durum oldu. Filmi merakla bekliyordum hatta sinemada ilk çıktığı gün izlemek istiyordum. Fakat tam da o hafta Oscar filmlerinin hepsi birden piyasaya düşünce, benim de sinema için ekstra zamanım olmayınca kaldı. Daha sonra da film hakkında pek de parlak yorumlar okumayınca filme olan hevesim biraz kırıldı ve anca birkaç gün önce izleyebildim. Fakat gördüm ki eleştiriler büyük ölçüde yersizmiş ve bekletmemem gereken iyi bir filmmiş The Water Diviner. Ben de tam Çanakkale Savaşı’nın 100. yıl dönümü gününde filmin hakkında yazmak istedim…

Çanakkale Savaşı malum tarihimizin önemli savaşlarından biri. Binlerce askerimizin şehit olduğu, sonuç olarak destansı bir zafere imza attığımız savaş… Bu savaşın bizim için olduğu kadar Anzaklar için yani Avustralya (ve Yeni Zelanda) için de büyük önemi var. Burada çok büyük kayıplar veren Anzaklar savaşın başlangıcı olan 25 Nisan’ı da “Anzak Günü” olarak kutluyorlar ve kayıplarını anıyorlar. İki millet her ne kadar savaşta birbirlerine karşı savaşmış olsalar da savaş sonrasında Mustafa Kemal Atatürk’ün de çabalarıyla iki ülke arasında bir dostluk kurulmuş ve Anzaklar, Anzak Koyu adı verilen yeri de ziyaret etmek için her yıl Gelibolu’ya geliyorlarmış. İşte The Water Diviner’da iki ülkenin ortak acılarını anlatan bir film olmuş. Russell Crowe kesinlikle taraf tutmamış ve iki ülkeye de eşit mesafede yaklaşmış. Hatta bu durum da bazı çevrelerin hoşuna gitmemiş Avustralya’da fakat büyütülecek bir durum değil çünkü film Avustralya’da hem iyi gişe yaptı hem de Avustralya’nın Oscarları olarak adlandırılan Akademi Ödüllerinde en iyi film dahil 3 dalda ödüle ulaştı.

Filmde Türk kültüründen farklı ögeler görmek mümkün...
Filmde Türk kültüründen farklı ögeler de görmek mümkün…

The Water Diviner, Gelibolu’daki büyük savaştan dört yıl sonrasında geçiyor. Avustralya’da yaşayan bir çiftçi olan ve kuyular kazarak su arayan bir adam olan Connor, savaşa üç oğlunu göndermiştir fakat hiçbiri geri gelmemiştir. Çocukların annesinin isteği üzerine Connor Türkiye’ye gidip çocuklarını arama kararı alır. Burada kendisine en çok yardımcı olacak kişi ise Binbaşı Hasan (Yılmaz Erdoğan)’dır. Bir de burada karşılaştığı bir Türk kızı (Olga Kurylenko) da Connor için özel anlam ifade edecektir.

Filmin çok büyük kısmı Türkiye’de geçiyor. İngiliz işgali altındaki İstanbul’u, o dönemki Kuvay-ı Milliye hareketlerini falan izlemek benim açımdan oldukça ilgi çekiciydi. Hatta keşke bir Amerikan veya İngiliz kanalı gelse de İstanbul’da geçen tarafsız bir dizi çekse diye düşündürdü. Bilmiyorum belki yerli dizilerimizden o tadı veren yapımlar vardır ama her bölümü iki saat olan, 50-100 bölümden oluşan dizi dünyanın en iyi dizisi bile olsa (ki değil, olamaz bu şartlarda) benim açımdan cazip değil.

The Water Diviner’ın başrolü olan Russell Crowe aynı zamanda filmin yönetmeni durumunda. Kendisini zaten yer aldığı filmlerden seven biriydim ama bu filmin sürecindeki sempatik tavırlarını görünce daha da sevdim. Şu günlerde Amerikan televizyonlarında kanal kanal dolaşıyor ve yabancı kaynaklarda kendisiyle ilgili haberler görünce ister istemez “bizim Russell” gibi bir tavır oluşmaya başladı bende. Yönetmenlik açısından çok sıra dışı, çok başarılı bir iş çıkardığını söylemek zor ama ilk yönetmenlik deneyiminde eli yüzü düzgün bir filmi ortaya çıkarması bile bence gayet yeterli. Oyuncu yönüyle de gayet başarılıydı yine.

Filmdeki bir diğer önemli yıldız ise Olga Kurylenko. Doğrusu kendisini bir James Bond filmi dışında (ki o da serinin en kötü filmiydi) izlediğim, yakından tanıdığım bir oyuncu değildi. Bu film sürecinde onu da sempatikliği sayesinde epey sevdim. Filmde kendisi Ayşe adlı bir konaklama yeri işleten kadını canlandırıyor. Film boyunca sık sık Türkçe konuşuyor, bunun için özel olarak dersler de almış. Elbette aksanı bize fazla yabancı kalmış ve filmi izleyen Türkler onun gerçek bir Ayşe olmadığını kolayca anlayabiliyor. Keşke onun yerine bir Türk oyuncu olsaymış diyeceğim ama Olga Kurylenko’yu da sevdiğim için sempatiyle izledim ve sesimi çıkarmayacağım. Yalnız onun yanında Türk’ü canlandıran bir oyuncu daha vardı (Steve Bastoni) keşke onu da bir Türk canlandırsaymış. Çünkü onun aksanı çok fazla kulağa battı. Üstelik onun yerini kolayca doldurabilecek pek çok Türk oyuncu da bulunabilirdi…

Küçük çocuk Türkçe aksanını en iyi başaran kişiydi, hatta filmi izlerken gerçekten Türk sandım...
Küçük çocuğu canlandıran Dylan Georgiades, Türkçe aksanını en iyi başaran kişiydi, hatta filmi izlerken gerçekten Türk sandım…

Son dönemde doğru bir kariyer planlaması ile ilerleyen ve yurt dışında da adından söz ettirmeye başlayan Yılmaz Erdoğan, filmde savaşı bizzat yaşamış Binbaşı Hasan karakterini canlandırıyor. Avustralya Film Akademisi’nden  en iyi yardımcı erkek oyuncu ödülü almayı başaran Yılmaz Erdoğan filmde gerçekten iyi bir performansa imza atıyor. Fakat filmi izledikten sonra daha iyi anladım ki oynadığı karakterin sevilebilir olması da bu ödülü almasını kolaylaştırmış.

Komik adam olmanın ötesinde ciddi rollerde de başarısını kanıtlayan Cem Yılmaz filmde çok fazla aktif bir karakter değil. Fakat Yılmaz Erdoğan’lı sahnelerin çoğunda o da gözüküyor ve birlikte hareket ediyorlar. “Hey Onbeşli” türküsünde olduğu gibi ön plana çıktığı birkaç sahne de yok değil tabii. Yılmaz Erdoğan ve Cem Yılmaz’ın yönetmenlik anlamında da Russell Crowe’a yardımcı olduğunu tahmin ediyorum. Çünkü bizim kültürümüze ait pek çok şey filme olabildiğince iyi bir şekilde yerleştirilmiş. Unutmadan usta oyuncularımızdan olan ve benim de çok sevdiğim bir isim olan Salih Kalyon da filmde Olga Kurylenko’nun yani Ayşe’nin babasını canlandırıyor ve küçük de olsa bir rolü var.

Özetle The Water Diviner bence iyi bir film. En azından biz Türkler ve Avustralyalılar için iyi bir film. Önemli bir savaşa dair tarafsız yaklaşabilmeyi başarabilmiş bir film. Evet kabul ediyorum senaryosu, filmin sonu falan çok da tatmin edici değil. Belki bir Kanadalı ya da Japon olsaydım filmden aynı duyguyu alamayacaktım ama her filmin de evrensel olma gibi bir kaygı taşıması gerektiğini düşünmüyorum. Bu filmle ülkemizi iyi anlamda tanıtan Russell Crowe’a ne kadar teşekkür etsek az…

The Water Diviner

8

Puan

8.0/10

Yorum Yazın

Email adresiniz yayınlanmayacak.