2019, sinema açısından çok enteresan bir yıl olmaya devam ediyor. Adını yakın gelecekte klasikler adına yazdıracak gibi gözüken çok sayıda filmin gösterime girdiği bu yılın yaz aylarında çağımızın en önemli yıldızlarından Leonardo DiCaprio, Brad Pitt ve Margot Robbie’yi buluşturan Once Upon a Time… in Hollywood‘u Quentin Tarantino gibi bir ustanın yönetmenliğinde izledik. Şimdi ise Netflix’in devasa bütçeli yapımında, sinemanın yakın geçmişine damga vuran ve çok uzun süredir bu filmdeki gibi iddialı rollerde yer almayan süper yıldızlar Robert De Niro, Al Pacino ve Joe Pesci bir arada, üstelik gelmiş geçmiş en önemli yönetmenlerden olan Martin Scorsese yönetmenliğinde…
Çok uzun yıllardan beri Hollywood’un gündeminde olan The Irishman, pek çok farklı yapım şirketi ve yönetmenin önünden geçse de projeyi son sahiplenen Martin Scorsese oldu. Scorsese’nin proje için dahiyane düşüncesi ise gençleştirme teknolojisini kullanarak Robert De Niro ve Al Pacino’yu yıllar sonra bu projede bir araya getirmekti. Fakat Martin Scorsese için bile bu kadar devasa bir bütçeyi yapım şirketlerine kabul ettirmek kolay olmadı. Projenin gerçekleşmesi ancak Netflix’in desteğiyle mümkün oldu. Böylece Netflix bugüne kadarki en iddialı projesini kapmış oldu ve sektöre kendini iyice kabullendirmek için altın bir fırsat yakalamış oldu…
Charles Brandt’in “I Heard You Paint Houses” adlı kitabından sinemaya uyarlanan The Irishman, 60’lı yıllarda Amerika’nın en popüler simalarından biri olan işçi sendikası lideri Jimmy Hoffa’nın (Al Pacino) mafya ile olan bağlantılarını Frank Sheeran’ın (Robert De Niro) gözünden ele alıyor. Yani Scorsese bir anlamda bu filmiyle uzun yıllar sonra en popüler eserlerini verdiği türe geri dönmüş oluyor…
Scorsese, her ne kadar bir önceki filmi Silence (2016) ile ciddi bir hayal kırıklığı yaşatsa da kariyerinin her döneminde önemli eserler vermiş bir usta. Daha kısa süre önce The Wolf of Wall Street ile ilerlemeye başlayan yaşına karşın hala ne kadar yenilikçi bir yönetmen olduğunu da görme fırsatı yakalamıştık. The Irishman ile de yönetmen, kendi iyi bildiği şeyleri uygulamayı sürdürürken günümüzün yeniliklerini tarzına adapte etmeyi ihmal etmiyor. Gerek teknik açıdan, gerekse kullandığı sinema diliyle Scorsese demode olmayan, nostaljik ama bir yandan da yenilikçi hissettiren modern bir mafya filmi ortaya koymayı başarıyor…
Filmin en büyük artısı hiç şüphesiz ki muhteşem oyuncu kadrosu. Robert De Niro, Al Pacino ve Joe Pesci’yi yeni bir filmde, üstelik gençlik halleriyle izlemek paha biçilemez. Scorsese’nin ısrarla üzerinde durduğu ve devasa bir bütçeye sebep olan gençleştirme teknolojisi gerçekten iyi şekilde işlemiş. Evet, Robert De Niro’nun gençliğindeki bazı kısımlar birazcık yapay hissettirmiyor değil ancak oldukça yeni bir teknolojinin ilk kez bu denli yoğun uygulandığı düşünülürse bu durum mazur görülebilir. Fakat benim anlam veremediğim asıl kısım mavi lens kullanımının kattığı ekstra yapaylık oldu… Öte yandan Al Pacino ve Joe Pesci’nin sahnelerinde teknoloji kusursuza yakın kullanılmış diyebiliriz…
Oyunculuk performansları açısından ise filmin en çok parlayan yıldızı Al Pacino olmuş. Neredeyse son yirmi yıldır vasat filmlerde oynayarak kariyerini ciddi zedeleyen usta oyuncuyu bu yıl Once Upon a Time… in Hollywood‘da izlemek mutlu etmiş olsa da ekran süresi hiç tatmin etmemişti. Bu kez Al Pacino neden Al Pacino olduğunu hatırlatma fırsatı yakalamış. Hala bu kadar üst düzey performans sergileyebildiğini görünce insan ister istemez arada kaybolan yıllara üzülüyor. Filmde özellikle tansiyonun yükseldiği sahnelerdeki performansı, sesini kullanışı muazzamdı… Bu yıl rekabetin bir hayli yoğun olduğu en iyi yardımcı oyuncu kategorisinde Oscar’ı alması sürpriz olmaz…
Filmin asıl başrolü olan Robert De Niro, son dönemde kariyerinde toparlanma sinyalleri veriyordu ki bu filmle birlikte o da çok uzun yıllar içindeki en iyi performansını sergilemiş. Evet, biraz önce bahsettiğin lens ve gençleştirme kaynaklı sebepler performansına biraz gölge düşürmüş. Fakat özellikle son kısımdaki performansı kariyerinin en iyi sahnelerine girebilecek nitelikte. Muhtemelen o da Oscar adayı olmakta zorlanmayacak… Bu arada sinema tarihinin en önemli ikililerinden olan Martin Scorsese & Robert De Niro ikilisi de bu filmle birlikte 1995 yapımı Casino’dan sonra ilk kez bir araya gelmiş oldu. Bu ikiliye de böyle bir dönüş yakışırdı!
Martin Scorsese’nin bu filmde görmeyi çok istediği, rolü defalarca reddetmesine aldırış etmediği Joe Pesci de emekliliğinden döndüğüne değecek bir rolde iyi bir performans sergiliyor. Önceki filmlerinin aksine komedi yönü olmayan, daha sakin bir karakteri ustalıkla canlandırıyor. Anna Paquin, Jesse Plemons, Stephen Graham, Bobby Cannavale, Harvey Keitel, Ray Romano kadronun diğer ünlü isimleri arasındalar…
Üç buçuk saati aşan süresiyle The Irishman, Martin Scorsese’nin en uzun süreli yapımı haline geldi. Aslında bu süre filmin, uzun yıllardır ana akımda gördüğümüz en uzun süreli film olduğunu anlamına da gelmekte. Şahsen hiçbir filmin bu kadar uzun sürelere ulaşmaması ve bu kadar uzun sürelerin sinema izleme mantığına uygun olmadığını düşünüyorum. Bu düşüncem The Irishman için de geçerli. Scorsese, süre anlamında ortaya ne yazık ki efektif bir ürün koyamamış. Ortada süresine göre akıcı bir ürün olsa da uzun süresine rağmen filmde eksik kalmış noktalar mevcut. İki saat kadar süren giriş kısmı gereğinden çok uzun. Frank ve Jimmy’nin dostluğunun doğuşunun aktarımı çok yetersiz. Filmde sürekli bir aile vurgusu var, ancak o konuya da çok yüzeysel bakıyoruz. Hatta Peggy (Anna Paquin) dışındaki tüm kadın oyuncular figüranlıktan öteye gidemiyor. Bu unsurlar benim gözümde filmin mükemmelliğe ulaşamamasının temel sebepleri oldu. Belki daha kısa süreli bir filmde bu eksikliklere göz yumabilirdik ama bu kadar uzun süreli yapıma yakışmamış… Buna karşın filmin son kısmı o kadar iyi ki olumsuzlukların çoğunu unutturuyor…
Uzun lafın kısası The Irishman, kusursuz olmayan ancak bundan onlarca yıl sonra bile klasik olarak anılacak ve pek çok sahnesiyle akıllarda yer tutacak önemli bir yapıt. Evet, belki de büyük ustalar yerine günümüzden sıradan oyuncularla aynı film çekilseydi yüzüne bile bakmayabilirdik. Fakat bu haliyle yılın en önemli sinema olayı. Gençleştirme teknolojisi sinemanın geleceğini nasıl şekillendirecek kestirmek güç olsa da ustaları -büyük ihtimalle- son kez bir arada, üst düzey bir yapımda izlemek unutulmaz bir deneyim! İyi ki sinema var, iyi ki De Niro, Pacino, Pesci, Scorsese gibi ustalar var…