2010’lu yıllara fırtına gibi başlayan yönetmen David O. Russell, arka arkaya imza attığı üç filmle de en iyi film, en iyi yönetmen adaylıklarını almayı başarmış ve bir anda Hollywood’un en parlak yönetmenlerinden biri haline gelmişti. 2015’teki Joy ile umduğunu bulamayan yönetmen, bu filmin ardından derin bir sessizliğe gömülmüştü. Sette gösterdiği olumsuz tavırlar nedeniyle de gözden düşen yönetmenin uzun arası nihayet bu yılın en iddialı filmlerinden biriyle son buldu. Ne var ki yıldızlar topluluğu niteliğindeki Amsterdam, yılın hayal kırıklıklarından birine dönüştü…

Birinci Dünya Savaşı sonrasında, Avrupa’da -özellikle İtalya ve Almanya’da- faşist diktatörlüğün yükselişte olduğu bir çağda geçiyor hikayemiz. Ana mekanımız ise tahmin edebileceğinizin aksine Amerika Birleşik Devletleri. Savaş gazilerine estetikler yapan doktor Burt Berendsen (Christian Bale) ve avukat Harold Woodman (John David Washington), bir cinayete tanıklık ederler ve şüpheli durumuna düşerler… Birinci Dünya Savaşı’nda Amsterdam’da tanışan ikilinin yolları, o dönem kendilerine arkadaşlık eden Valerie Voze (Margot Robbie) ile de yeniden kesişir ve bu üçlü gizli bir amaca hizmet ettiğini düşündükleri cinayetin peşine düşerler…

Yüksek tempolu filmleriyle tanıdığımız David O. Russell, Amsterdam’da oldukça hızlı bir giriş bölümü tasarlamış. İzleyiciyi bir anda olayların içine çeken ilk bölüm oldukça çarpıcı. Buna karşın bu bölümün hemen ardından yapılan ve filmin geneline pek hizmet etmeyen flashback kısmı tempoyu bir anda düşürmüş. Filme geri döndükten sonra da bizi yüksek tempolu aksiyon yerine bol diyalog karşılıyor. Kimi zaman ilgi çekici, kimi zaman önemsiz hissettiren bu uzun kısım hiçbir zaman tam olarak bekleneni veremiyor. Olayların sonunun bağlandığı son nokta ve bağlanış şekli ilgi çekici ancak gelişme kısmı keşke daha derli toplu, daha tempolu ve daha eğlenceli olabilseymiş…

Filmin görüntü yönetmenliğini üstlenen 3 Oscarlı Emmanuel Lubezki, 5 yıllık aranın ardından beklenti altı bir çalışmaya imza atmış… Filmin en değerli kısmını ise tahmin edileceği üzere yıldızlar topluluğu şeklinde oyuncu kadrosu oluşturmuş. Başrolde Christian Bale, kendisinden beklenen üst düzey ve keyifli performanslarından birini sergilemiş. Şu sıralar Hollywood’un en gözde kadın oyuncularının başında gelen Margot Robbie de nispeten sade ama iyi bir performans sergilemiş. Başroldeki üçlünün en zayıf halkası ise John David Washington olmuş. Bundaki asıl sebep de karakterinin son derece sıradan, yüksek ekran süresine rağmen son derece silik bir karakter olması… Andrea Riseborough, Michael Shannon, Taylor Swift (evet doğru okudunuz), Anya Taylor-Joy, Rami Malek, Chris Rock, Zoe Saldana, Mike Myers ve büyük usta Robert De Niro kadronun diğer yıldız isimleri… Ekranda sürekli yeni yıldızların belirmesi, seyirci ilgisini canlı tutmada kritik bir rol üstleniyor. Tabii gönül isterdi ki bu kadar isim daha iyi bir senaryoda birleşseymiş…

Yılın en çok merakla beklediğim, çok iyi çıkma ihtimalini en yüksek gördüğüm filmlerinden biri olan Amsterdam, ne yazık ki bir hayal kırıklığı. Her ne kadar ilginç bir tarihi gerçekten yola çıkıyor olsa da hikayeyi ele alış şekli, yıldızlar topluluğu kadrosundan yeterince verim alamayışı ciddi bir hayal kırıklığı. Yine de izlenebilir düzeyde, ortalama üstü bir film olduğunun altını çizmek gerek…

Amsterdam

6.5

Puan

6.5/10