Pandemi döneminde sinema dünyasının bir numaralı gündemi Christopher Nolan’ın büyük merakla beklenen yeni filmi Tenet’in ne zaman vizyona gireceğiydi. Bütün büyük yapımlar arka arkaya ertelenirken Nolan’ın aylarca kapalı kalan sinemaları yeniden çıkışa geçirecek filme sahip olma tutkusu nedeniyle Tenet, gecikmeli de olsa gösterime girdi. Doğrusu ben Christopher Nolan’ın bu ısrarını doğru bulmadım, bana göre pandemi döneminde sinemada film izlemek gereksiz risk içeren çok keyfi bir eylem. Bu nedenle filmi izlemeyi aylar sonrasındaki dijital gösterimine kadar ertelemekte sakınca görmedim. Filmin çok karışık tepkiler alıp Nolan’ın hem eleştirmenler hem de izleyici tarafından en az beğenilen filmlerinden bir tanesine dönüşmesi de bu bekleyişi epey kolaylaştırdı…

Christopher Nolan, sinema dünyasının uzun süredir görmediği şekilde ismini büyük bir markaya dönüştürebilmiş bir yönetmen. Gişe izleyicisi arasındaki markalaşmasından bahsediyorum. Muhtemelen hiçbir fragmanı yayınlanmayan, kadrosunda hiçbir tanınmış oyuncuyu bulundurmayan bir Nolan filmi bile dünya genelinde milyonlarca seyirciyi sadece kendi markasıyla salonlara çekebilirdi. Şahsen Nolan’ın bazı filmlerini gereğinden fazla abartılmış olarak görsem de bazı filmlerini göklere çıkarmaktan çekinmeyenler arasındaydım. Hatta bu yaz başında hazırladığım 2010’lu Yılların En İyi Filmleri listemde Inception’a yüzlerce film arasında ilk sırada yer vermekten çekinmeyip aynı listede blogun açılış film yorumunu yaptığım Interstellar‘a da ilk 5 içerisinde yer vermiştim. Bunları söylüyorum çünkü Inception ile, Interstellar ile aynı doğrultuda gözüken Tenet ile ilgili beklentim çok yüksekti ve bu iki filmi çok çok sevmiş olmama rağmen Tenet’i maalesef hiç sevemedim…

Fazlasıyla kompleks bir konuya sahip olan Tenet’in konusunu tam anlamıyla anlatmak hiç kolay değil. Fakat çok basit bir şekilde özetlemek gerekirse gelecekten gelen kötü adamların emellerine ulaşmasını engellemeye çalışan “Tenet” adlı bir örgütün dünyayı kurtarma çabalarını ele aldığı söylenebilir…

Christopher Nolan’ın zamanla oynamayı çok seven bir yönetmen olduğu malum. Son çektiği, bir İkinci Dünya Savaşı filmi olan Dunkirk bile tamamen zaman kavramını filmin merkezine yerleştirecek şekilde sıra dışı bir şekilde kurgulanmıştı. Bu kez ise olayı bambaşka bir boyuta taşıyarak zamanla oynamanın sınırlarını zorluyor. Bunu yaparken tıpkı Interstellar’da olduğu gibi güncel ve popüler fizik teorilerinden yararlanıyor. Zamanın lineer olmadığına, zamanda ileriye doğru gidilebildiği gibi geriye doğru da gidilebileceğine yönelik teoriyi filmin merkezine yerleştiriyor…

Nolan’ın bir diğer bilindiği konu da James Bond filmlerine olan hayranlığı. Her fırsatta bir James Bond filmi yönetmek istediğini söyleyen Nolan, bu rüyasının yakın zamanda gerçekleşmesinin olası olmadığını görünce zamanla fikirlerini uygulayabileceği alternatif bir ajan filmi tasarlamış. Tabii yine eldeki devasa bütçenin de katkısıyla çok gösterişli, Inception’ı andıracak şekilde görüntüyü çok farklı kullanan bir ajan filmi…

Filmle ilgili buraya kadar her şey kağıt üzerinde çok güzel. Tamam kabul, dünyayı kurtaran adam klişesi hariç her şey… Bilimsel temeller üzerine kurulu çok çarpıcı bir fikrin popüler bir sinema türüyle birleştirilmesi, devasa bir bütçe, büyük bir yönetmen ve çok farklı bir sinematografi… Fakat bunlara rağmen Tenet, sinemanın daha temel ve başarması özellikle Nolan çapında bir yönetmen için çok daha basit olan kısımlarında çok fena çuvallıyor…

Tenet’in en büyük problemi karakterlerinin ruhsuzluğu. John David Washington’ın canlandırdığı ana karakterimiz başta olmak üzere tüm karakterlerimizin derinliği sıfır, onlar hakkında ne doğru düzgün bir şey biliyoruz ne de film ilerledikçe onları umursamamız için ortaya bir sebep çıkıyor. Öte yandan filmin kötüsü de olabilecek en tek boyutlu şekilde tasarlanmış, artık süper kahramanlık filmlerinde bile pek karşımıza çıkmayan cinsten bir kötü adam… Karakter derinliğinin sıfır olduğu bir filmin kendisine bağlayabilmesi için tek şansı sürükleyici bir olay örgüsü. Fakat Tenet’te öyle bir olay örgüsünden de söz etmek mümkün değil. Filmin biraz önce de bahsettiğim gibi çok ilgi çekici bir konsepti var, fakat bu konseptin sinemaya yansıması ne yazık ki kompleksliğinin içinde boğulmuş…

Tenet ve Interstellar’ın aynı yönetmen tarafından, hem de altı yıl gibi kısa bir zaman aralığı içerisinde çekilmiş olduğuna inanabilmek çok zor. Interstellar, belki de sinema tarihindeki en iyi sinema-fizik buluşmasıydı. Son derece kompleks bir konuyu, son derece dramatik bir şekilde, hemen herkesin çok kolay anlayabileceği bir şekilde sunan ve de izleyicide daha fazlasını araştırma isteği doğuran bir filmdi. Tenet ise Interstellar’ın başarabildiği hiçbir şeyi başaramıyor. Sanki fizik formülleri ucuz bir aksiyon filminin senaryo sayfalarına fırlatılmışçasına bir hissiyat yaratıyor ve gerçek sinema ruhuna dair izler taşımıyor…

Tenet’in en çok tartışılan noktalarından biri ses kurgusu ve ses miksajıydı. Sanırım ilk kez bir filmin ses miksajının bu kadar tartışma konusu olduğuna tanıklık ettim. Belki altyazıyla izlediğim için konuşma seslerinin bastırılmışlığı beni çok etkilemedi ancak sesin gereksiz ön planda tutulduğunu anlamak zor değildi. Filmin müzikleri de aynı şekilde çok fazla baskın olmuş ve sahnelerin önüne geçmiş. Yine de müzikleri özgün ve filmdeki kullanımından bağımsız olarak bulduğumu belirtmeliyim. Travis Scott imzalı “The Plan” adlı şarkıyı da ayrıca beğendim. Belki de filmin en çok beğendiğim, en akılda kalıcı noktasıydı…

Filmin oyuncu kadrosu biraz önce vurguladığım karakter yüzeyselliğinin kurbanı olmuş. Başrolde John David Washington da bence yetersiz kalmış. Belki daha iyi ve sevilebilir bir aktör, karakteri umursamamız için senaryoya rağmen daha fazla katkı sunabilirdi… Son dönemin yükselişteki aktörlerinden Robert Pattinson’ın katkısı da çok zayıf. Widows‘taki performansına hayran kaldığım Elizabeth Debicki ise burada da filmin en iyisiydi. Filmin biraz olsun umursadığım sahnelerinde onun katkısı vardı…

Uzun lafın kısası Tenet benim için dev bir hayal kırıklığı oldu. Tüm filmografisini büyük bir merakla takip ettiğim Christopher Nolan’ın benim için bugüne kadarki açık ara en zayıf işi oldu. Neredeyse hiçbir anında bağlanamadığım, çok çarpıcı konusunu hiç etkili kullanamayan ve iki buçuk saatlik süresi boyunca zamanın adeta lineer şekilde akmadığı bir film oldu. Evet, aksiyon severleri tavlayabileceği bazı sahneler var. Evet, aşırı kompleks filmlerden hoşlanıp, filmi bitirdiğinde üzerine 3-5 saat araştırıp, hakkında sürekli yeni bir şeyler öğrenmek isteyen hayranları çıkacaktır. Fakat ne yazık ki benim sinema zevkime hiç uymadı, bugüne dek izlediğim en pahalı “ucuz aksiyon filmi” idi…

Tenet

5

Puan

5.0/10