Geçen ay yeni bir yazı dizisine başladığımı duyurmuştum. Bu yazı dizisinde her ay sonunda o ay izlediğim dizilerden, filmlerden kısa kısa bahsedeceğim. Böylece blogda yazmadığım eski filmler hakkında da düşüncelerimi aktarma fırsatım olmuş olacak. Neyse lafı dolandırmayıp ikinci ayın günlüğünde neler izlediğime bakalım…

Haziran ayında daha çok dizilere ağırlık verip sezon içerisinde yarıda kalan dizileri tamamlamış, bazı yeni dizilere şans vermiştim. Temmuz ayı ise daha çok film ağırlıklı geçti. Yine de geriden geldiğim birkaç diziye devam ettim, yeni başlayan dizi sezonlarını takip ettim ve bir tane de yeni diziye şans verdim.

İşte bu ay yoluma çıkan diziler:

Friends from College: Keegan-Michael Key, Cobie Smulders, Nat Faxon gibi isimleri bir araya toplayan Netflix komedisi uzun zamandır eksikliği hissedilen arkadaş grubu komedisi boşluğunu dolduramadı. İlk bölüm itibariyle tüm karakterler sevilesi olmaktan uzaktı ve devam etme isteği uyandırmadı.

Parks and Recreation – 6. Sezon: Kadrosunda çok fazla oynama yapılan dizinin en ideal kadrosu bu sezon itibariyle bozuldu ve Rashida Jones, Rob Lowe diziyi bıraktı. Bu ikilinin sezonun çoğundaki eksikliği hoş olmasa da dizi genel olarak gayet formundaydı. Özellikle Ron Swanson televizyon tarihindeki en muhteşem karakterlerden biri olduğunu sıklıkla hatırlattı…

Bu iki dizi dışında yorum yapacağım dizi yok. Game of Thrones ve Orphan Black’i takip etmeye devam ediyorum, sezon tamamlanınca yorum yapacağım. Game of Thrones için ilk sinyaller her zamanki gibi çok olumlu, Orphan Black için ise daha ortalama. Louie’nin son sezonunu izliyorum, gelecek ay tamamlayıp günlükte bahsederim. Daha önce deneyip beğendiğim ama çeşitli nedenlerden dolayı devam edemediğim Pushing Daisies’e tekrar başladım, gelecek ayki sayıda sezon yorumunu görürsünüz sanıyorum. Ve son olarak sürpriz bir kararla How I Met Your Mother’a yıllar sonra baştan başladım. Yavaş yavaş arada bir sezon şeklinde izleyeceğim, şimdilik sezon ortalarındayım gelecek ay onun da yorumunu bulabilirsiniz. Böyle de dizi yorumu kısmı gelecek sayının reklamı gibi mi oldu ne?

Hangi Filmleri İzledim?

Bu ay izlediğim filmlerin belli bir konsepti yoktu. İki tane sinemada merakla beklediğim vizyon filmlerinden izledim, iki tane de diğer güncel blackbuster filmlerden… Onun dışında ise uzun zamandır listemde dolanan ama bir türlü izlediğim filmlerden izledim. Filmlere geçelim…

Güncel Filmler

Baby Driver: Geçen ayki sayıda Edgar Wright filmlerini ele alarak filme hazırlandığımdan bahsetmiştim. Gerçekten de beklentilerimi karşılayan, oldukça keyifli bir film buldum karşımda. Böylece Edgar Wright’ın en iyi filmi olma unvanını da Shaun of the Dead’in elinden aldı. Ayrıca izleryazar Top 250‘ye de 100. sıradan giriş yaptı. Tam yorum şurada.

Logan: X-Men serisiyle alakası olmayan biri olarak çok olumlu tepkiler sonrası kayıtsız kalamadım. Abartıldığı kadar beğenmesem de beklediğimden iyi buldum. Yorum şurada.

Dunkirk: Türü sevmeyen ama Christopher Nolan’ı seven biri olarak kendi yorumumu epey merak ediyordum. Sonuç ortalama çıktı. Farklı bir film ama başyapıt değil. Tam yorum için şuradan.

Wonder Woman: Yılın en çok ses getiren filmlerinden biri olsa da süper kahramanlık filmlerine olan mesafem nedeniyle sinemada es geçmiştim. Ev sinemasında ilk fırsatta izleyerek beklediğimden çok daha iyi bir film buldum. Tam yorum şurada.

Diğer Filmler

Her Şey Çok Güzel Olacak

Daha önce de izlemiş olduğum ve izleryazar Top 250‘de de yer verdiğim bir filmdi, bir kez daha izlemek istedim. Filmle ilgili görüşlerimde bir değişiklik olmadı, yine aynı tadı aldım. Cem Yılmaz ve Mazhar Alanson’un başarılı oyunculuklarıyla samimi bir filmdi. Yer yer güldürüp, yer yer hüzünlendirdi. Günlük hayatımızın içine yerleşen replikleri ve MFÖ şarkıları da filme değer katan faktörlerdendi…

8/10


The Holiday

Öylesine hafif, iyi hissetmelik filmler aradığım bir dönemde karşıma çıkan bir film oldu. Cameron Diaz ve Kate Winslet için izledim daha çok ama ne yazık ki beklediğimi bulamadım. İlişkilerinde sorun yaşayan iki kadının geçici olarak evlerini (ve ülkelerini) değiştirmesi ve burada yeni kişilerle tanışmasını anlatan filmin iyi olduğu noktalar yok değildi ama hem süresi haddiden çok uzundu hem de vardığı nokta tatmin etmedi. Tabii Christmas filmini cehennem sıcaklarında izleyen benim de birazcık suçum olabilir.

5/10


A Serious Man

Coen kardeşlerin izlemek isteyip de bir türlü sıra gelmeyen işlerinden biriydi. Tuhaf bir profesörün yaşadıklarını ele alan film, Coen kardeşler için bile fazla eksantrik olmuş. Michael Stuhlbarg’ın performansını sevdim ama filmin tam olarak benlik olduğunu söyleyemem. Şu ana kadar izlediğim en zayıf Coen filmlerinden biriydi…

5.5/10


Following

Dunkirk öncesi Christopher Nolan’ın izlemediğim tek filmini, ilk filmini de izlemek istedim. Kısa süresi ve düşük bütçesi nedeniyle beklentim düşük seviyedeydi ama beklediğimden çok daha sağlam bir film buldum karşımda. Christopher Nolan daha ilk filminden gayet sağlam bir işe, zekice bir senaryoya imza atmış. Farklı zaman kurgusu takıntısını daha bu filmden göstermiş. En çok hoşuma giden de Batman detayıyla hedefini o günlerden gözümüze sokması oldu. Şimdilerde çok büyük bütçelerle oynayan Nolan’ın kendi imkanlarıyla zar zor çektiği bu filmi izlemenizi öneririm. En iyi filmlerinden olmayabilir ama bu ay izlediğim Dunkirk’ten daha çok sevdiğim kesin…

7.5/10


Larry Crowne

Tom Hanks’in 2010 sonrası filmlerinden izlemediğim tek filmdi. Usta oyuncunun aynı zamanda yönetmenliğini üstlendiği film ne yazık ki epey vasat çıktı. Hem orta yaşlı bir adamın üniversiteye atılmasının hikayesi zorlama geldi hem de film vermek istediği duyguyu veremedi. Tom Hanks’in filmografisinin en zayıf halkalarından biri maalesef…

5/10


Vavien

Yıllardır izlemek istediğim bir filmdi ve erteleye erteleye anca şimdilerde izleyebildim. Meğer bizim Taylan biraderlerin içinde saklı bir Coen biraderlar varmış. Tıpkı onların tarzında bir kara film olmuş. Engin Günaydın ve Binnur Kaya’nın performansları başarılıydı. Senaryo sonuç kısmıyla belki daha da iyi olabilirdi ama Türk sinemasında böyle örnekler görmek çok güzel.

7/10


Three Colors: Blue

Sinema camiasında izlememenin, sevmemenin ayıp sayıldığı filmlerden biri. Ben izlemeyenlerdendim ve sevmeyenlerden birine dönüştüm… Ünlü üç renk üçlemesinin ilki için oldukça heyecanlıydım ama birkaç iyi çekilmiş sahne dışında hiç mi hiç tarzım olmayan bir film buldum karşımda. İlk filmi hiç sevmeyince üçlemenin devamını da izleme isteğim kalmadı…

4.5/10


Sideways

Pek sevdiğim yönetmen Alexander Payne’in izlemediğim en önemli filmiydi ve izlemek için sabırsızlanmama rağmen doğru zamanı bekliyordum. Ne yazık ki hayal kırıklığı oldu ve yönetmenin en az sevdiğim işi oldu. Evet, sevdiğim yönleri vardı ve ay içerisinde izlediğim diğer filmlerin ortalamasının üzerinde ama bu kadar sabırsızlandığım film bu olmamalıydı…

6/10


We Need to Talk About Kevin

2011 filmlerini izlerken es geçtiğim ender önemli filmlerden biriydi. Sorunlu bir çocuk ve annesinin ilişkisi baştan ilgimi çekti ama bu konu çok daha iyi işlenebilirmiş. Fazlasıyla depresif ve insana pek bir şey katmayan bir film…

5/10


Moulin Rouge!

Kendimi müzikal film hayranı bilirdim ama Moulin Rouge! sonrası kendimden şüphe duymaya başladım. Müzikalin çok farklı bir örneğiydi ve sanırım pek sevmememin nedeni filmden çok müzikal olmasıydı. Sanki bir filmden çok sahne gösterisi şeklindeydi ve bu durum hoşuma gitmedi. Nicole Kidman’ın performansı harikaydı ve şarkı performansları da genel anlamda başarılıydı ama film olarak zayıftı.

5/10


Flipped

En iyisini en sona sakladım… Nasıl olduysa bugüne dek gözümden kaçmış şirin mi şirin bir film Flipped. Stand by Me, The Princess Bride gibi filmlerin yönetmeni olan Rob Reiner bu filminde de onlara yakın dozda bir işe imza atmış. Hem kızın hem erkeğin gözünden bir çocukluk ilişkisini anlatan dizi farklı anlatım tekniği ve masalsı yönüyle beni kendine hayran bıraktı. Film izleryazar Top 250 listesine de 216. sıradan giriş yaptı…

8/10

Gelecek ay yeni dizi ve film yorumlarında görüşmek üzere…

Yorum Yazın

Email adresiniz yayınlanmayacak.