Pandemi etkisi nedeniyle her zamanki bereketinden epey uzak bir görüntüyle birlikte yeni televizyon sezonuna geçtiğimiz haftalarda başladık. Bu yeni dönemin en çok ses getiren işlerinden biri ise şüphesiz Netflix’in romantik komedi dizisi Emily in Paris oldu… Ben de ilk duyurulduğundan bu yana ilgimi çeken bu diziye fazla gecikmeden şans vermek istedim ve biraz geciktiğim yazısıyla birlikte karşınızdayım…

Emily (Lily Collins), Chicago’da bir pazarlama şirketinde çalışan genç bir kızdır. Bir takım beklenmedik olaylar neticesinde Emily’nin yolu Paris’teki Fransız bir şirkete düşer. Şirket aslında Amerika’dan Fransızca bilen ve şirkette Amerikan görüşünü yansıtmasını istediği birini istemiştir. Fakat Emily neredeyse tek kelime Fransızca bilmemektedir ve kendini tamamen yabancı bir kültürün içinde, istenmediği bir iş ortamında bulacaktır…

Emily in Paris’e en başından beri ilgi duymamdaki temel faktör elbette Paris’in ta kendisiydi. Özellikle Paris’e tamamen yabancı bir gözle bakacak olması da benim gibi Paris’i büyüleyici bulan ve henüz görememiş biri için ayrıca ilgi çekiciydi… Dizi işte vaat ettiği bu konunun hakkını büyük ölçüde veriyor. Yani Paris’in cazibesini izleyiciyi büyülemek için kullanmayı çok iyi başarıyor…

Amerikalılar ile Avrupalılar arasındaki kültür farklarının çok fazla olduğu malum. Buna Fransızların Avrupa içinde dahi farklı olan yanları eklenince dizi için ortaya epey malzeme çıkmış oluyor. Emily in Paris işte bu malzemeleri çok etkili bir şekilde kullanmayı başarıyor ve aradaki farklılıkları eğlenceli bir şekilde izleyiciye sunuyor. Tabii dizi işin gerçekçilik kısmına çok önem vermektense eğlenceli olma telaşında olduğu için bu farklılıkların zaman zaman çok abartılı şekillerde sunulacağının da bilincinde olmak gerekiyor…

Emily in Paris, daha ilk bölümden hızlı bir giriş yaparak biraz önce bahsettiğim kültür farklılıkları yoluyla, yabancı şehre yeni giren birinin çektiği zorlukları aktarma yoluyla dikkat çekmekte zorlanmıyor. Dizinin çok beğendiğim, izlerken keyif aldığım bu ilk yarısının ardından gelenleri ise aynı derecede sevdiğimi ne yazık ki söyleyemeyeceğim. Eldeki iyi konunun çok kısa sürede ikinci sınıf bir romantik diziye evrilmesi bende hayal kırıklığı yarattı. Bence her şey olması gerekenden hızlı, apar topar bir şekilde ilerletildi ve dizinin en güçlü kozları kolay erimeye başladı…

Dizinin ilgi çekici olabilecek yanlarından biri de ana karakterimizin “Emily in Paris” adlı bir sosyal medya hesabı açıp burada paylaştıklarıyla fenomenleşmesiydi. Fakat dizide bu konu çok önemsiz bir şey gibi geçiştirilmiş. Sosyal medyayla neredeyse hiç ilgilenmeyen fakat yine de öylesine paylaştıklarıyla kolayca fenomenleşen bir karakter yaratılmış. Başka bir deyişle sosyal medyanın olumsuzluklarına herhangi bir şekilde dikkat çekmekten itinayla kaçınılmış…

Dizinin başrolündeki Lily Collins oldukça sempatik bir görüntü çiziyor ve ilk bölümden diziyi sevmemizi çok kolay bir hale getiriyor. Kadronun geri kalanı da fena değiller, özellikle Camille Razat’ı izlemekten keyif aldım. Fakat yan karakterler üzerinde çok fazla çalışıldığı, başarılı bir iş çıkarıldığı pek söylenemez…

Neticede benim gibi Paris’i büyüleyici bulan biriyseniz Emily in Paris’i ilk etapta çok sevmeniz yüksek ihtimal. Fakat beklentiyi düşük tutmanızda fayda var, izleyeceğiniz dizinin hiç kafa yorulmadan izlenmesi gereken çerezlik bir dizi olduğunu bilmelisiniz… Dizinin ilk sezonu yarım saate yakın sürelerdeki 10 bölümden oluşmakta. Yakaladığı başarı sonrası ikinci sezon onayını alacağına da kesin gözle bakabiliriz. Sanırım her ne kadar sezonun ikinci yarısında bana göre ciddi bir düşüşe geçse de biraz daha Paris havası alabilmek adına ikinci sezona da şans vereceğim…

Emily in Paris

7.2

Puan

7.2/10