2010 yılında imzasını attığı Winter’s Bone ile adından söz ettiren, dört dalda Oscar adayı olan bu filmle Jennifer Lawrence’ı sinemaya kazandıran Debra Granik sekiz yıllık aranın ardından geri döndü. Ne var ki Winter’s Bone’u hiç sevememiş biri olarak bu geri dönüşü heyecanla bekleyenlerden olduğumu söyleyemem. Fakat aldığı olumlu eleştiriler sonrası şans vermeye karar verdiğim Leave No Trace, beklentilerimin çok üzerine çıkarak benim için yılın en iyi filmlerinden birine dönüşmeyi başardı…
Toplum karmaşasından uzakta, ormanın derinliklerinde kendilerine ait bir düzende yaşamlarını mutlu bir şekilde sürdüren Will (Ben Foster) ve küçük kızı Tom’un (Thomasin McKenzie) çarpıcı hikayesini anlatıyor Leave No Trace. Kendi halindeki, herkese zararsız gözüken bu yaşam bile karakterlerimize çok görülüyor ve olaylar gelişmeye başlıyor…
Haklarında pek bir şey bilmediğimiz ve kendimizi bir anda sıra dışı yaşamlarının ortasında bulduğumuz bu baba kızın hikayesi, ilgiyi kolayca çekerek filme bağlanmamızı sağlıyor. İkilinin neden bu şekilde yaşadığı filmin merak unsurlarından birini oluştursa da aslında film bu nedenlerle çok ilgilenmiyor ve birkaç sahneyle geçiştiriliyor. Bunun dışında filmin ulaştığı sonuçlar ise bir hayli çarpıcı. Hikayenin neden kısmında baba Will yer alsa da sonuç kısmında hem Will yer alıyor ama daha çok da Tom yer alıyor. Aslında filmin ulaşmak istediği en önemli sonuç da bu.
Will, kızı Tom’u alışılmışın dışında ve çok iyi bir şekilde yetiştiriyor. Bu yönüyle film aslında biraz 2016 yapımı Captain Fantastic’i de andırıyor. Fakat hiç samimi ve inandırıcı bulamadığım Captain Fantastic’in aksine Leave No Trace kendisi için yan konu sayılabilecek bu konuyu ciddiyetle ve olabildiğince samimi bir şekilde işliyor. Tabii Captain Fantastic, kapitalist düzen eleştirisiyken Leave No Trace’in bu sularda pek gözü yok…
Leave No Trace’in en büyük artılarından biri oyunculuk performanslarıydı. Özellikle başroldeki Thomasin McKenzie şahane bir keşif olmuş. McKenzie’nin karakterin duygularını aktarmak için sözlere ihtiyacı yoktu. Jennifer Lawrence kadar büyük bir yıldız olması için fazlasıyla şansa ihtiyacı olacak tabii ki ama bu şansı bulabilirse iyi değerlendirecekmiş gibi gözüküyor. Keşke bu ödül sezonunda da adından söz ettirebilse… Baba rolünde izlediğimiz ve bugüne kadarki rolleriyle açıkçası pek umrumda olmayan Ben Foster ise bana göre ilk kez gerçekten çarpıcı bir performans ortaya koymuş. McKenzie ve Foster’ın karşılıklı sahneleri inanılmaz etkiliydi ve ikilinin ortaya koyduğu bu performans filmin inandırıcılığının temel dayanak noktalarındandı…
Oldukça akıcı, anlamlı, samimi bir film olan Leave No Trace’i gerçekten çok sevdim. Hem izlerken keyif aldım, hem de izledikten sonra düşündürdüklerini sevdim. İzlememiş olanlar için tat kaçırmamak adına filmin detaylarına girmemeye çalıştım ama izledikten sonra üzerinde konuşmaya değer çok fazla şey var Leave No Trace’de. Özellikle özgürlük kavramına dair, ebeveynliğe dair… Muhteşem oyunculukları bir yana kaliteli sinematografisi de özellikle doğa severler için kaçırılmaz fırsat niteliğinde. Bu dokunaklı baba-kız hikayesini kaçırmayın derim…
Yorum Yazın