The Wild Robot (2024)
Dreamworks’ün bu yılki en iddialı filmi animasyonun önemli sinemacılarından Chris Sanders’tan geldi. Oscar’ın da güçlü adaylarından The Wild Robot, IMDb’nin ünlü Top 250’sine bu yıl giriş yapan ender filmlerden olmayı başardı… Yapay zekanın insanlıkla etkileşimine yönelik yapımlara fazlasıyla alışkınız. The Wild Robot’u farklı kılan ise insanlıktan uzak bir habitatta tamamen hayvanlarla iletişime odaklanması… Yapay zekanın hiç olmadığı kadar hayatımızın içinde olduğu bir dönemde ana karakterimizi gerçekçi bulmamız her zamankinden de kolay. Bu kolaylık sıradanlığa da dönüşebilecekken orijinal konu önemli bir avantaj olmuş… Filmin yarattığı görsel animasyon dünyası da son derece başarılı. Ne var ki ilk kısımdaki orijinal konunun sürükleyiciliği, ikinci kısımda daha klişe konulara evrildikçe azalmaya başladı. Şahsen benim için Inside Out 2’nin önüne geçemedi ama yine de son yılların en iyi animasyonları arasında anılmayı hak ediyor…
Sing Sing (2024)
İlk gösterimini 2023’teki Toronto Film Festivali’nde yapan Greg Kwedar yönetimindeki Sing Sing, bu yılki Oscarların erken favorilerinden biri olarak gösteriliyordu. Ne var ki aylar ilerledikçe filmin sadece adaylık için yarışabilecek kalibrede olduğu anlaşılmaya başlandı… New York’taki ünlü bir hapishanede kurulan sanatla mahkum rehabilite etme programının gerçek hikayesini anlatan filmin yola çıkış hikayesini bir hayli çarpıcı buldum. Gerçek hayattaki mahkumların filmde oynaması da son derece enteresan. Fakat gel gelelim bunların işlenişi bence çok sorunlu. Film ilk anlarından itibaren bana son derece yapay geldi. Aslında bireysel performanslar açısından Colman Domingo ve Clarence Maclin başta olmak üzere (ikisinin de Oscar adaylığı şansı yüksek) oldukça olumlu performanslar mevcut. Fakat yönetmenlik ve senaryo bence çok yetersizdi. Yakın çekimi fazla abartan görüntü yönetimini de sevmedim. Doğrusu filmi tamamlamakta dahi güçlük çektim. Benim için yılın hayal kırıklıklarından…
His Three Daughters (2024)
Geçen yılki Toronto Film Festivali’nden kalma bir diğer film, yayın haklarını Netflix’in alıp ülkemizde de gösterime soktuğu His Three Daughters idi. Azazel Jacobs yönetimindeki film, ölüm döşeğindeki babası için bir araya gelen üç kız kardeşin hesaplaşmasını konu alıyor… Sevmesi çok kolay olmayan sivri karakterlere sahip film, buna karşın hayatın çok içinden gerçekçi yaklaşamıyla izleyiciyi içerisine çekmeyi başarıyor. Başrolde Carrie Coon, Natasha Lyonne ve Elizabeth Olsen’in güçlü performansları da bunu kolaylaştırıyor. Filmi severek izledim ve başarılı buldum. Fakat daha önce anlatılmayan yeni şeyler anlattığını da düşünmüyorum…
Mukadderat (2024)
Bu yılki Altın Portakal Film Festivali’nin en çok ses getiren filmi, büyük ödülü de kazanan Mukadderat oldu. Filmi benim için daha ilgi çekici kılan ise filmin klasik festival filmi algısını yıkabilecek türden izleyici dostu bir film olduğuna dair söylentilerdi… Türk sinemasının en büyük sorunlarından biri festival filmleriyle gişe filmleri arasındaki uçurum. Nadim Güç, ilk uzun metrajıyla bunu yıkma yolunda dikkate değer bir çaba ortaya koymuş. Ölen bir babanın ardından yeniden buluşan iki kardeş ve alışıldık kalıpları reddeden annelerinin hikayesi, dramatik bir çıkış noktasına sahip olmasına rağmen bir hayli eğlenceli. Filmin hem konu hem de festival & gişe filmi yakınlaşması nedeniyle bana Tolga Karaçelik’in Kelebekler’ini hatırlattığını da söylemem lazım fakat ikisi çok farklı filmler… Neyse, Mukadderat’a dönecek olursak ben filmi izlerken baştan sona çok eğlendim. Filmin ortaya koyduğu güçlü kadın vurgusu ve kadın dayanışmasına dikkat çekmesi de bir hayli değerliydi. Üzücü olan ise filmin gişede pek de başarılı olmaması ve alıştığımız festival filmleriyle benzer seyirde gitmesi. “Festival filmi sıkıcıdır” algısını kırmak hiç kolay olmayacak gibi gözüküyor ama bunu deneyen sinemacıların olması güzel…