

Sound of Falling (2025)
Bu yılki Filmekimi için en heyecan duyduğum filmlerden biri Almanya’nın Oscar adayı olan Sound of Falling’di. Yeni bir Never Look Away bulma hevesiyle sinema yolunu tuttuğum film, ne yazık ki koca bir hayal kırıklığına dönüştü… Almanya’da bir çiftlikte farklı zaman dilimlerinde 4 jenerasyon kadının perspektifinden yaşanan olayları ve bu olaylar üzerinden kadınların yaşadığı zorlukların çok da değişmediğini anlatan film, iyi bir çıkış noktasına sahip. Bununla birlikte teknik başarısı, oyunculukları inkar edilemez şekilde iyi. Fakat konunun işleniş şekli maalesef rezalet. Film, çok sayıdaki karakterini izleyicinin üstüne fırlatıyor. Zaman geçişlerini, karakterlerin birbirleriyle ilişkilerini anlama konusunda izleyicinin zekasına fazla güveniyor. Olayları ve karakterleri takip etmenin bu kadar zor olduğu bir yapım yakın zamanda izlediğimi hatırlamıyorum. Oysa uzun süresiyle yavaş yavaş işlenen bir film için bu zor bir başarım olmamalı… Geçen yıl İtalya’nın temsilcisi olan ve yine Filmekimi’nde izlediğim Vermiglio ile benzer hisler uyandırdı bende film, onunla ilgili de benzer şikayetlerim vardı fakat çok daha iyi bir filmdi. İki buçuk saatlik süreye sahip film, bugüne dek sinemada bitirmekte en zorlandığım filmlerden biri oldu ve açık ara en çok yarısında terk edenini gördüğüm film oldu. Maalesef filmi yarıda bırakanların hiçbir şey kaybetmediğini söyleyebilirim…




Young Mothers (2025)
Avrupa sinemasının en ünlü yönetmenlerinden olan Belçikalı Dardenne Kardeşler, bu yılki Cannes Film Festivalinden en iyi senaryo dahil iki ödül almayı başardılar. Kariyerleri boyunca toplumsal sorunları minimalist bir anlatım tarzıyla ele alan yönetmenler, bu filmlerinde de çocuk yaşta anne olmanın zorluklarını ele alıyorlar. 5 farklı annenin anlatıldığı filmde her bir anne hem kendileri, hem çocukları için en doğru yolu bulmaya çalışıyor. Fazla karakter oluşuna bağlı olarak zorlu bir kurgusu olsa da film, karakterlerinin önemli bir kısmını umursamamızı sağlamayı başarıyor. Karakterlerle empati yapıp konuyu farklı yönlerden düşünmenizi sağlayacak kaliteli bir film. Yönetmenin filmlerini sevenleri yüksek ihtimal tatmin edecektir ama yüksek beklentiler beslememenizde fayda var…




Sentimental Value (2025)
Son yılların en çok ses getiren Avrupa filmlerinden, benim de pek sevdiğim The Worst Person in the World‘ün yönetmen-başrol ikilisi Joachim Trier ve Renate Reinsve’nin yeniden buluşması bu yılın en heyecan verici sinema olaylarından biriydi. Filmin ilk gösterimini yaptığı Cannes’dan pek çok övgü ve önemli bir ödül toplaması onu Oscar yarışının öndeki filmlerinden birine dönüştürdü. Filmekimi programımda en heyecanlandığım ve biletini en önce aldığım film, çok yüksek beklentimi tam anlamıyla karşılamasa da yılın en iyilerinden biri… Nora (Renate Reinsve), daha çok sahne sanatlarıyla uğraşan bir oyuncudur ve son derece depresif bir haldedir. Annesinin ölümü sonrasında kardeşi Agnes (Inga Ibsdotter Lilleaas) ile birlikte hayatlarına o güne dek pek dahil olmamış babalarıyla yeniden bir araya gelirler. Baba Gustav (Stellan Skarsgard) ise saygın bir yönetmendir. Kızı Nora ile bağ kurmanın yolu olarak yeni film projesini düşünür ve başrolü Nora’ya teklif eder. Fakat Nora teklifi kabul etmeyince rol gözde film yıldızı Rachel Kemp’e (Elle Fanning) gider… Sentimental Value, aslında sık sık karşımıza çıkan temaların birleşiminden büyük ölçüde özgün bir tat çıkarmayı başarmış bir film. Yönetmenlik, oyunculuklar ve görüntü yönetmenliği olağanüstü derecede başarılı. Oscar’da pek çok diğer adaylığın yanında öne çıkan dört oyuncusunun da Oscar adayı olacağını tahmin ediyorum. Hepsi de ayrı ayrı başarılıydılar. Rakiplerini de izlemek gerekir ama Elle Fanning ve Stellan Skarsgard’ın ödüle ulaşmaları da büyük sürpriz olmaz. (Hatta belki de Renate Reinsve’nin de?) Filmin son derece ağır gözüken dramatik konusuna karşın çok fazla eğlenceli anı mevcut. Özellikle Stellan Skarsgard’ın canlandırdığı renkli karakter, filmi sevmeyi çok kolaylaştırıyor… Benim konu itibarıyla The Worst Person in the World kadar sevdiğim bir film olmadı belki ama yine de çok başarılı buldum ve ekibin o filmin yakalayamadığı ödülleri bu filmle toplamasına hiç itirazım olmaz…


Cam Sehpa (2025)
Bu yılki Filmekimi takvimime soluklanacak Türk komedisi de bulunması niyetiyle dahil ettiğim Can Evrenol yönetmenliğindeki Cam Sehpa, beklentimin çok dışında bir türde çıktı. Alper Kul ve Algı Eke’nin başrolleri paylaştıkları film, yeni bebek sahibi olan bir çiftin evlerine büyük tartışmalarla aldıkları cam sehpanın hayatlarını hiç beklemedikleri şekilde değiştirmelerini konu alıyor… 2022 yapımı “The Coffee Table” adlı İspanyol filminden uyarlanan film, inanılmaz rahatsız edici bir konudan üretilen sıra dışı bir komedi. Baştan sona son derece sürükleyici, seyir zevki çok yüksek filmde bazı anlarda öyle olaylar oluyor ki filmden nefret etmemek çok zor hale geliyor. İşin ilginci bu nefret duygusu henüz tazeyken bir anda kahkaha attırıyor film. Sanırım hayatımda en karmaşık duygularla izlediğim filmler arasında en üst sıralara yerleşti…




Splitsville (2025)
Amerikan sinemasında yılın en komik filmlerinden biri Michael Angelo Covino ve Kyle Marvin ikilisinden geldi. İkilinin hem senaryosunu yazıp hem başrolleri oynadıkları filme (ilki yönetmenliği de üstleniyor ek olarak) beni asıl çeken Dakota Johnson’ın varlığı olmuştu ki filmi izledikten sonra ikilinin önceki işi The Climb’a da şans verme isteği oluştu… Açık evlilik konseptiyle olabildiğince dalga geçen film, oldukça eğlenceli. Komedisinin yanında yılın en iyi aksiyon koreografilerinden birine en sahipliği yapışı da filmin en akılda kalıcı yanlarından birini oluşturuyor. Filmdeki tüm başroller çok iyi, az önce saydığım isimlerin yanında Adria Arjona ismini de anmak gerekiyor başroller arasında… Daha iyi bir sonla daha yüksek puana da ulaşabilirdi belki ama yine de iyi vakit geçirmek için keyifli bir seyirlik…

