Dune: Part Two (2024)
Incendies ve Prisoners ile yaptığı büyük çıkıştan beri Denis Villeneuve filmlerini ilgiyle takip eden biri olarak 2021 yapımı Dune’la büyük hayal kırıklığı yaşamıştım. Çok pahalı ama bir o kadar sıkıcı bir dizi açılış bölümü tadındaki filmin 10 dalda Oscar’a aday olup 6 tanesini kazanışını bugün hala izah edilebilir bir durum olarak görmüyorum… İlk Dune filminin yersiz abartılışı sonrası “Dune: Part Two” için tamamen heyecansızdım. İlk filmin çok üstündeki aşırı övgüler de doğrusu beni uzun süre ikna edemedi. Fakat yine de görselliğiyle öne çıkan bir film olduğu için sinema perdelerinden kalkmadan bir şans vermek istedim… Sonuç ise şaşırtıcı oldu, çünkü Dune: Part Two’yu sevdim, ilkinin çok üstünde buldum… İlk filmde başlayan peygamberlik anlatısı ikinci filmde çok daha olgunlaşarak ilgi çekici hale gelmiş. Zendaya ve Javier Bardem’in filmdeki etkinliğinin çok artması, karakterlerinin ilgi çekiciliğinin bunda payı yüksek. Florence Pugh, Austin Butler ve Lea Seydoux’un seriye dahil oluşu ve onlar üzerinden başlayan hikaye de bir diğer faktör. Yaratılan çöl atmosferi de hikaye olgunlaşınca daha çarpıcı hale gelmeye başlamış… Buna karşın bu filmin de bir dizi bölümü gibi oluşunu sevdiğimi söyleyemem. Süre yine epey uzun ve yer yer bazı kısımlar çok sarkıyor. İlk filmin çok üzerinde ama bu filmi de yönetmenin ilk üçü arasına almam, kendi türü içindeki en iyiler arasına da…
Musica (2024)
Amazon Prime Video’da son dönemde önüme düşen yapımlar arasında ilgimi çekmeyi başaran filmlerden biri Rudy Mancuso’nun ilk uzun metrajlı filmi Musica oldu. Müzik konulu filmlere çoğu zaman sempatiyle bakan biri olarak hayatın her anında müzik ritmini yakalayan bir adamın hikayesini keyifli buldum. İşin romantik komedi klişeleriyle bezenmiş kısmı da Camila Mendes faktörünün de etkisiyle keyifliydi. Kültürel arada kalmışlık konusunun hakkının pek verilemediğini düşünüp konu bütünlüğü açısından çok tatmin edici bulmasam da genel olarak bana iyi vakit geçirten eğlenceli bulduğum bir film oldu…
Civil War (2024)
Ex Machina ile muhteşem bir kariyer açılışı yapan Alex Garland, sonrasında ise kendisinden beklenen çizgiyi pek sürdüremedi ve daha az kişinin damak zevkine uygun yapımlara imza attı. Benim gözümde yönetmenin düşüşünü durduran ise Civil War oldu… Amerika’da ne sebepten çıktığını bilmediğimiz bir iç savaşın içerisinde buluyoruz kendimizi. Ünlü bir savaş fotoğrafçısı olan Lee (Kirsten Dunst) ve savaş muhabiri Joel (Wagner Moura) yanlarına davetsiz genç fotoğrafçı Jessie’yi de (Cailee Spaeny) alarak Amerikan başkanının (Nick Offerman) peşine düşüyorlar… Civil War’un pek çok kişide hayal kırıklığı yaşattığını tahmin edebiliyorum. Eğer Amerika’da çıkan bir iç savaşın nedenleriyle, sonuçlarıyla ya da savaşın gidişatıyla ilgili bol aksiyonlu bir film bekliyorsanız hayal kırıklığına uğramanız çok normal. Civil War, bunlar yerine hangi nedenle olursa olsun savaşın acımasızlığını vurguluyor. Bir kişinin caniliğinin insanları anlamsızca birbirine nasıl düşürdüğüne, masum hayatların anlamsızca yitip gittiğini onları en yakından fotoğraflayanların penceresinden dikkat çekiyor. Savaş filmlerini pek de sevmeyen, kendini tekrarlayan bir tür olarak gören biri olarak ben Civil War’u çok etkileyici buldum. Özellikle de finalini son derece tatmin edici buldum. Umarım sene sonuna dek unutulmaz ve Oscarlarda da kendisini gösterebilir…
Challengers (2024)
Call Me by Your Name ile büyük sükse yaptıktan sonraki iki filmiyle -özellikle Suspiria ile- hayal kırıklığı yaratan İtalyan yönetmen Luca Guadagnino, bu yıl yine çok konuşulacak bir filme imza atmayı başardı… İki farklı zaman diliminde ilerleyen paralellerden birinde Tashi (Zendaya), tenis dünyasında gelecek vaat eden büyük bir yıldız adayıdır. Diğerinde ise formdan düşen bir tenis yıldızının antrenör eşi… Filmde bu iki zaman diliminin adım adım kesişmesini çarpıcı bir kurguyla izliyoruz… Luca Guadagnino tarz sahibi filmler yapma konusunda başarılı bir yönetmen. Challengers da görsel açıdan çok güçlü ve çarpıcı bir film. Filmin başrolleri Zendaya, Mike Faist ve Josh O’Connor’un performansları da eklenince ortaya izlemesi keyif veren bir film çıkmış. Buna karşın filmin senaryosunu ya da filmdeki karakter kararlarını bütünüyle sevdiğimi söyleyemem. Tenise adanan hayatlar ve bunun arkasındaki nedenler üzerindeki incelemeyi bütün olarak yeterince tatmin edici bulamadım. Yine de seyir zevki yüksek, pek çok açıdan başarılı bir film. Muhtemelen ileriki yıllarda tekrar izlemeye hayır demem…