İçerisinde bulunduğumuz sonbaharın en çok övgü alan mini dizilerinden bir tanesi Netflix’ten geldi. Shameless’ta da birlikte çalışan John Wells, Molly Smith Metzler gibi isimlerin arkasında olduğu yapım hiç şüphe yok ki sezonun en önemli işlerinden…
Genç bir anne olan Alex (Margaret Qualley), eşi Sean’dan (Nick Robinson) gördüğü aile içi şiddet sonrası küçük kızını da alıp evi terk eder. Bu cesur karar Alex’i bir anda pek çok güçlüğün içerisine düşürür. Alex’in herhangi bir maddi kazancı olmadığı gibi yok denecek kadar az nakiti vardır. Kendine dahi hayrı dokunmayan annesi Paula (Andie MacDowell) ve neredeyse hiç görüşmediği babasının kurtarıcı olamayacağı nettir. Bir yandan devletin sağladığı imkanları kullanmaya çalışan Alex, diğer yandan geçim sağlamak için hizmetçiliğe başlar…
Maid, ilk bölümden yaptığı hızlı girişle izleyiciyi çok kolay yakalayan bir iş. John Wells’in Shameless’tan aşina olduğumuz yüksek tempolu yönetmenliğinin etkisi bu diziye has yeni fikirlerle birleşmiş ve ele aldığı son derece ağır konu için seyir zevki yüksek bir iş ortaya çıkmış. Öyle ki dizideki temizlik sahneleri bile hayranlık verici görüntülerle ekrana taşınmış ve izlemesi bir zevke dönüşmüş. Bununla birlikte tıpkı Shameless’taki gibi şarkı seçimlerinin, müzik kullanımının da tempoyu belirlemede etkin güçlerden biri olduğu söylenebilir…
Teknik açıdan oldukça beğendiğim Maid’in asıl önemli noktasının bu olmadığı aşikar. Çok önemli bir toplumsal soruna değinen dizi, aile içi şiddete maruz kalan kadınlar için ilham verici nitelik taşıyor. Alex’in doğruları ilham vericiyken, yanlışları ise ders çıkarılması gereken önemli uyarılar olarak değer kazanıyor. Tabii dizinin hedef kitlesi bu kadarla sınırlı değil. Toplumun tamamı için dizinin değerli mesajları var… Dizi, ABD’de devletin bu konudaki iyi yönlerini överken eksiklerini dile getirmekten çekinmiyor…
İlk kez Fosse/Verdon dizisinde dikkatimi çeken Margaret Qualley, Hollywood’da yıldızlaşacağı günü beklediğim isimlerdendi. Tarantino’nun Once Upon a Time in Hollywood‘unda da dikkatleri çekse de Maid’in artık Margaret Qualley’nin seviye atlamayı başardığı yapım olduğunu söylemek yanlış olmaz. Genç oyuncunun performansı baştan sona şahaneydi. Dizi boyunca her duyguyu onunla birlikte yaşatmayı başardı… 90’ların popüler isimlerinden Andie MacDowell, gerçek hayatta da kızı olan Margaret Qualley’nin annesi rolünde dizinin bir diğer dikkat çeken iyisi olmayı başarmış…
On bölümlük bir mini dizi olan Maid, sonradan uzatılan pek çok dizinin aksine gerçekten de mini dizi olarak kalacak ve konu itibarıyla devamı gelmeyecek dizilerden biri olarak gözüküyor. Günümüz toplumlarının önemli problemlerinden birine ışık tutan yapım, çok doğru mesajları göze sokmadan ve derinlemesine işliyor. Üstelik özgün hissettiren teknik başarısıyla bunu zaman zaman keyife dönüştürmeyi başarıyor. Yılın şu ana kadarki en değerli dizilerinden biri…
[…] Stars at Noon, sevdiğim ama son derece amaçsız bulduğum bir film oldu. Eğer Maid‘de Margaret Qualley’i izlemeye doyamayıp onu biraz daha sefalet içinde görmek […]