1999 ve 2007 yılları arasında yayınlanan The Sopranos, bugün hem HBO’nun yükselişinin hem de Amerikan dizilerindeki büyük değişimin en önemli dönüm noktalarından biri olarak kabul ediliyor. Her ne kadar yayınlandığı döneme yetişemesem de 2010’lu yıllarda izlediğim dizinin neden fenomenleştiğini anlamam zor olmamıştı. Dizinin yıllar sonra gelecek devam filmi ise doğrusu beni pek heyecanlandırmamıştı. Televizyondan sinemaya geçen çoğu yapımın hayal kırıklığı yaratması ve dizinin orijinal kadrosundan kimselerin bulunmayacak olması bu düşüncemdeki ana sebeplerdi. Dizinin baş yapımcısı David Chase’in senaryodaki, dizide pek çok bölüm yöneten Alan Taylor’ın yönetmen koltuğundaki varlığı da beklenti yükseltmek için yeterli değildi. Ne yazık ki yanılmadım…
1960’lı yıllardaki karışık ABD iklimindeki Newark şehrinde geçiyor hikayemiz. Dickie Moltisanti (Alessandro Nivola), hayatı boyunca babasıyla sorunlar yaşadığını tahmin etmemizin zor olmadığı İtalyan kökenli bir adamdır. Babasının İtalya’dan getirdiği, Amerikan rüyasına kapılmış genç üvey anne Giuseppina (Michela De Rossi) aile içinde patlamaya hazır bombanın habercisi niteliğindedir… Öte yandan ileride tüm zamanların en önemli mafya liderlerinden birine dönüşeceğini bildiğimiz Tony Soprano’nun babası Johnny (John Bernthal) hapse düşer. Bu gelişmenin de etkisiyle Tony’nin hayatındaki en büyük idolü dayısı Dickie olur. Ve evet, Dickie aynı zamanda dizinin Christopher’ının babası olacak adamdır. Filmde Tony Soprano’nun Tony Soprano olmasındaki sebeplere göz atıyoruz…
The Many Saints of Newark, her ne kadar diziyle çok güçlü bağları olsa da sonuç itibarıyla bir sinema filmi ve diziden bağımsız da değerlendirilebilir olmayı gerektiriyor. Fakat doğrusu diziyi izleyenler mi filmi daha çok sevebilir yoksa diziyi izlemeyenler mi konusunda net bir fikrim yok. Diziden tamamen bağımsız gözle bakınca ortada ailevi sorunları hayatını derinden etkilemiş, suç dünyasıyla iç içe bir adamın draması var ki bana göre gayet ortalama bir mafya draması bu. Özellikle İtalyanlarla siyahilerin çatışmasının epey vasat işlendiği söylenebilir. Bununla birlikte diziye hiç izlememiş olanların filmde Tony’yi önemsiz ve gereksiz bir karakter olarak algılamaları da muhtemel. Öyle ki filmin vaat ettiği “suç dünyasına yönelten sebepler” konusunun pek üzerinde durduğu söylenemez…
Diziyi sevenlerin penceresinden bakacak olursak ise en büyük hayal kırıklığı dizideki sevilen karakterlerin filmdeki ağırlıklarının çok düşük kalması olsa gerek. Eğer Silvio, Paulie, Junior Soprano gibi dizinin efsane karakterlerinin gençliklerini izleme heyecanı içerisindeyseniz hayal kırıklığına hazır olun. Çünkü bu karakterler filmde neredeyse yoklar. Dizide Tony’nin annesi olarak kilit bir rolde izlediğimiz Livia karakteri bile Vera Farmiga gibi kaliteli oyuncu seçimine rağmen son derece silik kalmış. Oysa böyle bir filmde en çok derinleştirilebilecek karakterlerdendi ki, uğraşılmamış bile. En büyük odak noktası dizideki önemi çok düşük olan Dickie olarak kalmış…
Her ne kadar şu ana dek tamamen olumsuzluklardan bahsetmiş olsam da bu olumsuzluklar The Sopranos markasının yarattığı yüksek beklentilerle ilgili. Filmin diziyle ilgili bazı hoş detayları barındırdığını, seyir zevki açısından hiç fena sayılmayacak bir film olduğunu ve en önemlisi de güzel bir The Sopranos nostaljisi yaşattığını söylemek mümkün…
Filmin oyuncu kadrosunda pek çok ünlü isim olsa da dikkatleri üzerine çeken isim elbette Tony Soprano rolündeki Michael Gandolfini. Tony’yi dizide oynayan ve genç yaşta kaybettiğimiz James Gandolfini’nin oğlunun babasının karakterinin gençliğini oynamasını izlemek bir hayli duygusaldı. Görüntü olarak ilk başta biraz yadırgasam da hal ve tavırlarının Tony Soprano olduğuna ikna etmesi zor olmadı… Öte yandan dizinin orijinal kadrosundan tek isim olan Michael Imperioli’yi anlatıcı rolünde dinlemek de güzeldi… Kadronun geri kalanı ise bence dizideki yüksek oyunculuk performanslarının yanında biraz zayıftı. Özellikle Dickie’yi canlandıran Alessandro Nivola’nın yetersizliği filmin yeterince iyi işlememesinin sebeplerinden biri olarak gösterilebilir…
Neticede The Many Saints of Newark, The Sopranos nostaljisi yaşatan ortalama bir suç draması olsa da dizinin ağırlığının altında ezilmekten kurtulamamış bir yapım olmuş. Keşke daha iyi olabilseydi fakat bu halini de izlediğime hiç pişman olmadım. Diziyi izlemiş olanlar zaten mutlaka şans verecektir, eğer diziyi izlemediyseniz ve türe özel bir ilginiz yoksa rahatlıkla es geçebilirsiniz…