Güney Kore sineması son yıllarda ciddi bir hayran kitlesine sahip olsa da Parasite‘ın geçen yılki büyük başarısı sonrası oradan gelen işlere daha farklı bir gözle bakar olduk. Bu yıl Güney Kore’den çıkan en iddialı filmlerden biri ise ilk gösterimini Berlin Film Festivali’nde yapan ve burada Sang-soo Hong’a “en iyi yönetmen” ödülünü kazandıran The Woman Who Ran oldu…
Gam-hee (Kim Min-hee), Seul’de eşiyle birlikte mutlu hayata sahip bir genç kadındır. Eşine sıkı bağlarla bağlıdır ve sözün gerçek anlamıyla birbirlerinden hiç ayrılmamaktadırlar. Eşinin bir iş seyahatine gitmesi ise Gam-hee’ye evliliklerinin başlangıcından bu yana ilk kez bir boşluk yaratır ve Gam-hee bu boşluğu kendinden farklı hayatlar süren üç arkadaşına giderek değerlendirmeye karar verir…
Sang-soo Hong, Güney Kore’nin bol ödüllü ve prestijli yönetmenlerinden bir tanesi olsa da bu filme dek yollarımızın kesişmediği bir isimdi. O nedenle filmden ne beklemem gerektiği konusunda fikrim yoktu. Fakat daha önce izlediğim uzak doğu filmlerinden yola çıkarak bu kadar minimalist ve diyaloga dayalı bir iş beklemediğim kesindi… Filmi içerik olarak ne yazık ki çok zayıf buldum. Evet, son derece realist bir yaklaşımla yazılan diyaloglar ve çekilen sahneler yer yer çok ilgi çekici şekilde ilerleyip yakalamayı başarıyor. Fakat bir bütün olarak güçlü bir odak noktasından, varış noktasından söz etmek pek mümkün değil…
Başta başroldeki Gam-hee olmak üzere filmdeki herkesin performansı oldukça sade, gösterişten uzak. Filmin minimalistliği oyunculara performans alanı sağlama konusunda bir dezavantaj olarak görülebilir… Görüntü yönetiminde de benzer bir durum söz konusu. Filmin en akılda kalıcı teknik yönü, diyalogların önemli anlarında karakterlere yapılan zoom tekniğiydi. Kediyle ilgili sahnede olan çok yerinde zoom’un eğlenceli olduğunu kabul etmekle birlikte genel olarak bu tekniği çok basit buldum. Filme gereksiz bir amatör hava katmış…
Anlayacağınız The Woman Who Ran, beğendiğim bazı sahneleri olsa da bir bütün olarak benim zevkime uyan bir film olmadı. Fakat bu tip aşırı sakin, gerçekçi, diyalog zengini filmleri sevenler için sık rastlanmayan türden bir film. Eğer bu bahsettiklerim size çekici geliyorsa gönül rahatlığıyla şans verebilirsiniz. Filmin 75 dakikalık çok kısa süresini de avantaj olarak görebilirsiniz. Eğer olay yoğunluğu düşük olan filmleri sevmiyorsanız koşarak uzaklaşabilirsiniz…