Son yılların en popüler komedi dizilerinden biri haline gelen Brooklyn Nine-Nine ile ilk tanışmam daha dizinin adının duyulmadığı ilk bölümlerine dayanıyor. Dizinin ve karakterlerinin enerjisine kısa sürede hayran kalmıştım ve ardından birkaç sezon boyunca da bu durum sürmüştü. Ne var ki dördüncü sezonda dizinin kendini fazla tekrarlamaya başladığı bir dönemde diziyi bırakma kararı almıştım. Fakat özellikle dizinin Fox tarafından iptal edilip NBC tarafından kurtarıldığı dönemdeki sevgi seli karşısında kayıtsız kalamayıp diziye geri döndüm. Yani uzun yıllar sonra yeniden bir Brooklyn Nine-Nine yazısıyla karşınızdayım…
Amerika’da ulusal kanallarda yayınlanan Brooklyn Nine-Nine, beşinci sezonu sonunda Fox tarafından düşük reytingleri nedeniyle iptal edilmişti. İnternetteki hayran kitlesinin yoğun baskısının da etkisiyle NBC diziyi kendi kanalına alarak devam ettirme kararı aldı. Bu durum da dizinin kendini yenilemesi için bir fırsata dönüştü. Beş sezon boyunca 22-23 bölüm halinde yayınlanan dizi, önce 18 bölüme, ardından da 13 bölüme düştü. Bu durum olumsuz gibi gözükse de aslında son derece olumlu oldu. Çünkü dizi, çok uzun süren sezon boyunca her bölüm yeni konu üretmekte zorlanıyordu ve özellikle polisiye odaklı bölümlerde sık sık tekrara düşüyordu. Geride bıraktığımız yedinci sezonda ise bu durum neredeyse hiç yaşanmadı. Sezon içindeki hemen her bölüm belli bir çıtanın üstünde ve özgün bölümlerdi…
Sezona Holt’un (Andre Braugher) görevindeki sürpriz değişimle başladık. Sezonun ikinci bölümü olan Captain Kim, bu konunun çok güzel değerlendirildiği ve eğlencesi bol bölümlerden biriydi. Üçüncü bölüm olan Pimemento da sezonun en akılda kalıcı (!) bölümlerinden bir tanesiydi. Dizinin en iyi yaptığı şeylerden biri olan film göndermelerini bu bölümde bolca gördük. Dokuzuncu bölüm olan Dillman ise sezonun öne çıkan bir başka bölümüydü. Oscar ödüllü J.K. Simmons’ın enfes performansıyla bölüm bir hayli keyifliydi ve dizinin sevdiği “katil kim” konseptini iyi şekilde uygulamış oldu. 11. bölüm olan Valloweaster ise dizinin ekip içi yarışma konseptli bölümlerinin güzel örneklerinden birini oluşturdu… Ve de tabii ki elektrik kesintisi sonrasında gelişen olayları işleyen sezon finali sezonun en iyilerindendi…
Brooklyn Nine-Nine’ın en sevdiğim yanlarından biri Jake (Andy Samberg) ve Amy (Melissa Fumero) ilişkisini işleme şekilleri. Başından beri ekranların en sevilesi çiftlerinden biri olan ikili üzerinden gereksiz atraksiyonlara girilmemesi bence çok yerinde. Bu sezon da çiftimizin hikayesi çok iyi işlendi ve sezon finalinde vardığı noktaya bakılacak olunursa gelecek sezon daha da keyifli bir hal alacağını söylemek mümkün…
Önceki sezon diziden ayrılan ve dizide Gina karakterini canlandıran Chelsea Peretti’yi bu sezon hiçbir bölümde göremedik ki bence bu da hiç olumsuz bir durum teşkil etmedi. Karakterin zaman zaman eğlendirdiğini inkar edecek değilim ama favori karakterlerimden biri değildi ve yokluğunu bir an için olsun aramadım. Charles rolündeki Joe Lo Truglio bu sezon beni en çok güldüren isim olabilir. Charles ve Jake’in arasındaki ilişki ekranların en özgün ilişkilerden biri ve ikilinin diyaloglarına bayılıyorum. Tabii diğer karakterlerin de her biri eğlendirmeyi başarıyor…
Muhteşem jenerik müziğindeki enerjikliğini tüm sezona yansıtmayı başaran Brooklyn Nine-Nine beni geri döndüğüme çok memnun etti. Özellikle geride kalan yedinci sezonun dizinin en iyi sezonlarından biri olduğu söylenebilir ki komediler için ender görülen bir durum. Sekizinci sezon onayı da geldi ve umarım bu formunu koruyup uzun yıllar yüzümüzü güldürmeye devam eder…