Amerikalı genç yönetmen Charlie McDowell’ın 2014 imzalı ilk filmi “The One I Love”, ilk gösterildiği dönemde es geçtiğim filmlerden biriydi. Yıllar sonra şans verdiğim filmin harika bir sürprize dönüşmesi, yönetmenin Netflix’teki yeni işine bu kez hiç gecikmeden şans vermemi sağladı. Her ne kadar vasat eleştiriler ve düşük puanlar göz korkutsa da üç sevdiğim başrol oyuncusu karar noktasında iyi bir dengeleyici görev üstlendi…
Hakkında adı dahil hiçbir şey bilmediğimiz bir hırsız (Jason Segel), ultra lüks bir tatil evinde soygun üstündedir. Hiç hesapta olmayan bir şekilde evin sahibi süper zengin teknoloji patronu (Jesse Plemons) ve eşi (Lily Collins) bu esnada çıkagelirler. Böyle bir ihtimali aklından dahi geçirmeyen hırsız bir anda ne yapacağını şaşırır ve ev sahiplerini rehin almak zorunda kalır…
Oldukça basit bir konuya sahip Windfall’u ilgi çekici kılan temel unsur ana karakterleri. Hırsız olan ana karakterimizin net bir kötü olduğunu ya da korkutucu bir yapıda olduğunu söylemek zor. Aksine eli ayağına dolaşmış ne yapacağını bilmeyen bir adam var karşımızda. Üstelik motivasyonuna dair en ufak bir fikrimiz yok… Öte yandan teknoloji CEO’su ise bu tür filmlerde görmeye alışkın olduğumuzdan çok daha rahat yapıda bir adam. Son derece zayıf görüntüdeki hırsıza karşı en ufak bir hamle yapmak istemiyor. Çünkü sonsuz varlığı sayesinde bu işi temiz şekilde çözebileceğinden emin, gereksiz risk alma niyetinde değil…
Charlie McDowell, izleyiciyi avucuna alma konusunda son derece yetenekli bir yönetmen. Tıpkı izlediğim ilk filminde olduğu gibi, bu filminde de daha ilk dakikalardan beni kolayca filmin içerisine çekmeyi başardı. Soluksuz geçen ilk kısmın ardından orta kısımdaki daha sakin, karakter gelişimi kısmının bazı izleyiciler için kabul edilemez düzeyde yavaş olduğunu tahmin edebiliyorum. Fakat karakterleri ilgi çekici bulduğum için bu kısımlardan da şahsen keyif aldığımı söyleyebilirim. Benim için filmin asıl problemli kısmı sonuç kısmıydı. Daha iyi ve anlamlı bir final, filmin değerini yükseltebilirmiş. Fakat bu haliyle filmin sıradan sayılabilecek, kolay unutulabilir nitelikte oluşunun temel nedenlerinden olmuş…
Filmi izleme sebeplerimden biri de üç başrol oyuncusunun da epey sevdiğim isimlerden oluşmasıydı. Yönetmenle daha önce de çeşitli işlerde birlikte çalışan ve senaryoda da pay sahibi olan Jason Segel, başrolün doğal sahibi olmuş. Genelde çok sevilebilir rollerde oynayan oyuncu, bu kez ters köşe sayılabilecek bir rolde olsa da performans anlamında çok fazla yükselme şansı yakalayamamış… Yönetmenin eşi kontenjanından filmde yer alan Lily Collins’i yer aldığı hemen her şeyde olduğu gibi severek izledim. Fakat filmin oyunculuk anlamındaki en iyisinin Jesse Plemons olduğunu söylemek bir hayli kolay. Neden son dönemin gözde isimlerinden olduğunu bir kez daha göstermiş…
Tek mekanda ama son derece ilgi çekici ve geniş bir tek mekanda geçen Windfall, benim seyir zevki olarak beklediğimden daha çok sevdiğim bir film oldu. Fakat yeterince doyurucu olmayan içeriği, vermeye çalıştığı basit ve silik mesajlar filmin üst seviyelerden uzakta kalışının sebeplerindendi. Yine de tek mekanda geçen sessiz, sakin bir gerilim ilginizi çekiyorsa şans vermek isteyebilirsiniz…