Oyun dünyasının en ünlü figürlerinden biri olan ve hayatının bir döneminde oyunlarla haşır neşir olmuş hemen herkesin yolunun kesiştiği Tomb Raider, bir kez daha sinemada izleyiciyle buluştu. 2000’lerin başında Angelina Jolie’nin başrolünü oynadığı film eleştirel açıdan facia olarak nitelendirilse de gişede fena iş çıkarmamıştı. Birkaç yıl önce Tomb Raider’ın oyun serisinin başa sarılmasının ardından sinemada da başa sarıldı ve yeni oyun evreniyle paralellik taşıyan yeni bir Tomb Raider filmi ortaya çıktı. Cast haberleriyle gündemi sıkça meşgul eden filmin başrolü ise en sonunda The Danish Girl’deki enfes performansıyla Oscar kazanan son yılların giderek popülerleşen ismi Alicia Vikander’a gitti. Pek çok kişi Vikander’ın bu role uygun olmadığını düşünüp bu tercihe büyük tepki gösterse de benim tek başına filmi izleme sebebim olan Vikander, gösterdiği performansla tepkileri boşa çıkarıp filmin öne çıkan artılarından biri oldu…
Oyun uyarlamalarının sinemadaki serüveni pek parlak sayılmaz. Daha önce de pek çok popüler oyun sinemaya uyarlandıysa da çoğu hüsran oldu. İsimlerinin etkisiyle kimisi gişede kar ettirse de bu uyarlamaların çoğu ne eleştirmenlerin ne de izleyicinin gözünde değerli bir konum elde etmeyi başaramadı. Tomb Raider’ın yenisi de aslında bu talihsizliğe bir son veremiyor. Fakat en azından eli yüzü düzgün bir aksiyon filmi olabilmiş…
Ortadan kaybolan maceracı bir zenginin cesur ve kendisi gibi maceracı kızı Lara Croft, babasına dair izler bulup bu izlerin peşinden koşmaya başlıyor ve olaylar gelişiyor… Hikayemiz süper kahramana yakın bir şekilde tasvir edilmesine alıştığımız Lara Croft’un epey genç ve kahramanlaşmamış haliyle başlıyor. Filmin ilk sahnelerinden birinde spor salonunda çalışan Lara’nın rakibine yenildiğini görüyoruz ve aslında bu sahne Lara’nın olağanüstü güçleri olmadığını ve sıradan biri olduğunu gösteriyor. Hikayenin gerçekçilikle iç içe bir şekilde başlıyor olması Lara ile kolayca bağ kurup filme bağlanmayı kolaylaştırmış. Filmin bana göre en iyi sekansı olan bisiklet sekansıyla da film zirvesini ilk sahnelerde yapıyor. Indiana Jones’u andıran, merak unsurunu ön planda tutan hikayesiyle de ilgiyi üzerinde tutmaya çalışıyor… Buraya kadar her şey güzel, her şey olumlu olsa da sıkıntı buradan sonra başlıyor. Filmin ikinci yarısındaki aksiyon sahneleri gerçeklikten uzaklaşmaya, biraz daha oyun tadına dönmeye başlıyor. Hikaye odak noktasını kaybediyor ve istenilen şekilde akmamaya başlıyor ve film bitene kadar da ne yazık ki tekrar toparlanamıyor…
Alicia Vikander, belki daha filmin çekimleri bile başlamadan aldığı tepkilerle hırslandığından olsa gerek rolüne çok ciddi şekilde hazırlanmış ve bu tip gişeye yönelik filmlerde alışık olmadığımız tarzda güçlü bir performans ortaya koymuş. Hikayenin izin verdiği ölçüde kanlı, canlı gerçek bir Lara Croft çıkarmayı başarmış. Filmde baba rolünde izlediğimiz Dominic West ve filmin kötü adamı Walton Goggins diğer öne çıkan isimler olsalar da kayda değer bir performans ortaya koyduklarını söylemek güç. Bunda temel etken de her ikisinin de karakterlerinin oldukça yetersiz, derinliksiz yazılması…
Uzun lafın kısası oldukça düşük beklentilerle izlediğim Tomb Raider’ı eksiklerine rağmen hiç fena bulmadım Alicia Vikander’ın güçlü performansının etkisiyle ve özellikle ilk yarıdaki aksiyonuyla benim için vasatı geçti. Oturup üzerinde kafa yorup derin anlamlar arayabileceğiniz bir film değil elbette ama izleyecek daha iyi bir şeyiniz yoksa şans verebileceğiniz fena vakit geçirmeyecek bir seyirlik…
Yorum Yazın