Oyunculuktan yönetmenliğe geçiş yapan kadın oyuncular furyasının son temsilcilerinden biri de Maggie Gyllenhaal oldu. Deneyimli oyuncu, My Brilliant Friend dizisine konu olan eserinden hatırlayabileceğimiz İtalyan yazar Elena Ferrante’nin romanını ilk projesi olarak seçti. Son dönemin çok gözde ve formda üç kadın oyuncusunu bir araya getirerek de ciddi bir heyecan yaratmayı başardı… Türkiye haricindeki pek çok ülkede geride bıraktığımız yılın son günü Netflix’te izlenebilen yapımı Türkiye’nin üzücü şekilde hariç tutulması nedeniyle gecikmeli de olsa izleyebildim…

Orta yaşlarındaki bir profesör olan Leda (Olivia Colman), tek başına kafasını dinlemek için Yunanistan’a tatile gider. Henüz tatilin başlangıcında Nina (Dakota Johnson) adlı genç bir anne ve çocuğuyla yaşadıkları sorunlar Leda’nın ilgisini çeker. Nina ve kızının ilişkisi, Leda’nın kendi geçmiş yaşantısındaki derin yaraların gün ışığına çıkmasına neden olur…

The Lost Daughter, ilk anlarından itibaren gizem unsurlarını önümüze sermeye başlayan ve ilginç yollarla gerilim yaratan çarpıcı bir film. Annelik kavramının çok dile getirilmeye çekinilen yönlerini bir karakter analizi üzerinden ele alan film, bunun için enteresan bir yöntem seçmiş. Kolaylıkla sıkıcı olabilecek bir konudan bu şekilde sürükleyici bir yapım çıkarılmasını takdir etsem de bazı izleyiciler için seçilen bu yöntemin beklentiyi gereksiz yükseltmek anlamına geleceğinin de farkındayım. Doğrusu ben de daha etkili ve yükselen bir final bekliyordum, ayrıca sürükleyicilik uğruna bazı boşlukların doldurulmasının izleyiciye bırakılması da filmin finalinde biraz eksik hissettirmesine neden olmuş…

Maggie Gyllenhaal, henüz ilk filmi olmasına rağmen yönetmenlik açısından potansiyel vaat ettiğini açıkça ortaya koymuş. Filmin son derece ağır ve sıkıcı olmaya müsait konusunun sürükleyici olmasında kıvrak senaryosu kadar -ki uyarlama senaryo da kendisine ait- yönetmenlik başarısının payı da yüksek… Özellikle müzik başarısıyla dikkat çeken filmin tek kusurlu bulduğum teknik yanı bazı anlarda yakın plan çekimlerin fazla abartılmasıydı…

Filmin başrolünde Olivia Colman, sevmesi ve empati kurması çok kolay olmayan karakterinde yıldızlaşmış. Oldukça karmaşık bir karakteri film boyunca umursamamızı sağlamış. Geç parlayan yıldız oyuncu, son dönemde oynadığı her rolde bir başka parlamayı sürdürüyor. Bu filmle son dört yıldaki üçüncü Oscar adaylığını almaya çok yakın, hatta ikinci Oscar’ını alması da büyük şok olmaz. Bu süreçte birini ödüle dönüştürdüğü üç Emmy adaylığı aldığını da hatırlatmakta fayda var…

Filmin yardımcı oyuncu kadrosu da bir harika… Olivia Colman’ın oynadığı karakteri oynamak gibi zor bir görevi üstlenen Jessie Buckley, bu rolün üstesinden oldukça iyi gelmiş. Biraz daha gösterişli anları olsa Oscar adaylığını kapabilirmiş… Filmografisini iyi yapımlarla doldurmayı sürdüren Dakota Johnson da yine gözleri almanın zor olduğu karelerle büyüledi. Tecrübeli oyuncu Ed Harris, Normal People‘ın yıldızı Paul Mescal ve yönetmenin eşi Peter Sarsgaard kadronun diğer önemli isimleri arasındaydılar…

The Lost Daughter, herkese hitap etmeyecek türden zorlu bir karakter analizi filmi. Bu karakter analizi üzerinden annelik üzerine dile getirilmesi zor düşünceleri aktarma arzusu taşıyor. Bu analizi sürükleyici hale getirme şekli dahice olsa da izleyicinin beklentisini fazla yükseltmesi finalinin bir nebze hayal kırıklığıyla sonlanmasına yol açıyor. Yine de teknik açıdan güçlü, şahane oyunculuklara ev sahipliği yapan kaliteli bir ilk filme imza atmış Maggie Gyllenhaal…

The Lost Daughter

7

Puan

7.0/10