Güney Kore filmi Parasite’ın 2019 ödüllerine damga vurup tarihe geçtiği sıralarda Amerikalı bir Koreli filminin de 2020’ye damga vurmak üzere olduğunun sinyallerini almıştık. Minari’nin ilk gösterimini yaptığı Sundance Film Festivali’nde hem jüri hem de seyirci ödülünü kapmasından bahsediyorum… Daha önce birkaç uzun metrajlı film çekse de hiçbiri ile geniş kitlelere ulaşamayan Lee Isaac Chung’ın çektiği film, kendine has hayran kitlesi oluşturmayı başaran ender dağıtımcılardan A24’ün bu sezonki en iddialı ödül kozuna dönüştü…
1980’li yıllarda Amerika’nın nüfus yoğunluğunun düşük olduğu güney eyaletlerinden bir tanesi olan Arkansas’tayız. Jacob (Steven Yeun) ve Monica (Yeri Han) daha iyi bir yaşam umuduyla Güney Kore’den Amerika’ya göç etmiş genç bir çifttir ve iki çocuk sahibidirler. Ailenin küçük ve yaramaz oğlu David’in (Alan S. Kim) kalp rahatsızlığı vardır ve bu nedenle üzerine ayrı titremektedirler… Ailenin geçim kaynağı civciv cinsiyeti ayıklamacılığı olsa da Jacob bu işte gelecek görmez ve Korelilere hitap edecek ürünler yetiştirecek bir çiftlik kurmak ister. Bu nedenle neredeyse kimselerin olmadığı bir yerde tekerlekli bir eve taşınırlar. Fakat Monica bu şekilde bir yaşamdan hiç hoşnut değildir. Monica ve Jacob arasındaki gerilimin tırmandığı bir anda çocuklara bakmak üzere Kore’den büyükanne Soonja (Youn Yuh-jung) gelir. Soonja, bildiğimiz büyükannelerden değildir ve ailenin yaşantısında önemli değişikliklere yol açacaktır…
Minari, Amerika’daki milyonlarca göçmen aileden bir tanesinin yaşantısına göz atma, çektiği zorlukları anlamamızı sağlamaya çalışan bir film. Yönetmen Lee Isaac Chung da bizzat 80’lerde kendi ailesiyle yaşadıkları deneyimlerden yola çıkarak bu filmi kaleme almış, kameranın arkasına geçmiş. Özellikle göçmen Amerikalıların filmle neden sıkı bir bağ kurduklarını anlamak zor değil. Fakat sıradan bir izleyici olarak bende derin duygular uyandırdığını söylemem çok kolay değil. Evet, özellikle küçük David’in sevimliliği ve sıra dışı büyükanneyle olan olan etkileşimlerini izlemek epey keyifliydi. Hedeflediği samimiyeti izleyiciye geçirme konusunda büyük oranda başarılıydı. Buna karşın bende hiçbir anında büyük, önemli bir film izliyormuşum hissiyatı yaratmadı. Etkili bir finalin bunları telafi etmesini umdum ama finalini de hiç tatmin edici bulmadım…
Filmdeki oyunculuklar genel anlamda oldukça başarılı. Filmin başrolü olarak görebileceğimiz küçük Alan S. Kim çok iyi bir seçim olmuş. Oynadığı karakter filmin her şeyi durumunda ve kötü bir seçim incir çuvallarını berbat edebilirmiş… Biraz önce başrol vurgusunu özellikle yaptım, çünkü ödüllerde başrol olarak kampanyası yapılan Steven Yeun bence daha çok yardımcı oyuncu konumundaydı. Kendisi zaten Amerika’daki en ünlü Korelilerden ve bu sayede Oscar adaylığını da kovalıyor, lakin bence Burning’deki performansı daha iyiydi ve bu filmde net bir başrol de değilken “en iyi erkek oyuncu” dalında Oscar adaylığını hak ettiğini düşündüğümü söyleyemem… Buna karşın Youn Yuh-jung, oyunculuk olarak filmin en iyisiydi ve gözümdeki adaylık ihtimalleri filmi izledikten sonra daha da yükseldi…
Minari’nin genel yönetmenlik, görüntü yönetmenliği açısından oldukça başarılı olduğunu ve müziklerinin de dikkat çekici olduğunu belirtmek gerek. Filmdeki kapalı mekanlardaki ses miksajı da ilgi çekiciydi…
Minari’yi küçük ve samimi bir aile filmi olarak sevdim. Fakat şahsen çok önemli bulduğum, çok duygulandığım veya yılın en iyilerinden biri olarak görebileceğim bir film değildi. Keşke daha iyi bir finale sahip olup, daha etkili mesajlar taşısaydı… Yine de yılın iyilerinden, mutlaka görülmesi gerekenlerinden bir tanesi olduğu söylenebilir…
[…] takip eden film ise 10 adaylık alan Minari oldu. Görünen o ki bu filmi Amerikalılar çok sevdi ve geçen seneden sonra bu sene de […]
[…] yarışta büyük ölçüde dışlanırken Judas and the Black Messiah, Mank gibi vasat filmlerle Minari, Nomadland, Trial of the Chicago 7 gibi ortalamanın az üstü filmler öne […]