Yılın en çok heyecan yaratan işlerinden birisi hiç şüphe yok ki ilk filmi Whiplash ile herkesi kendine hayran bıraktıran Damien Chazelle’in ikinci uzun metrajlısı, ilk müzikali La La Land idi. Filmle ilgili ilk haberler, ilk görseller geldiğinden beri büyük bir heyecanla takip etsem de yurtdışı festivallerinden gelen coşkulu yorumlar sonrası beklentilerim iyice tavan yaptı. Belki arzu ettiğim kadar kusursuz değil ama bu yılın, son yılların en iyilerinden biri La La Land…

İlk filmi Whiplash ile bizlere caz ziyafeti yaşatan Damien Chazelle, ikinci filminde de cazı filmin merkezindeki ögelerden biri olarak belirlemiş. Hayallerindeki müziği yapamayan, başarısız ama yetenekli bir caz piyanisti olan Sebastian ve aktrislik hayalleri kursa da her seçmeden sonuçsuz ayrılan Mia; pek çok tesadüf sonucu birbirlerini buluyorlar…

İzleyiciye bambaşka bir sinema deneyimi sunan La La Land belki de en zayıf halkası olan konusunu oldukça farklı bir şekilde işliyor. Filmin doğrudan verdiği net bir mesaj bulunmasa da herkesin filmden farklı çıkarımlarda bulunabilmesi mümkün. Eskiye özlem, iki farklı bireyin birbirlerini yüceltmesi, tercihlerimizin sonucunu yaşamamız gibi pek çok farklı konu film içerisinde işleniyor ama Chazelle bunu yaparken Whiplash’teki gibi net bir şekilde haykırmıyor…

La La Land’i yılın en iyilerinden biri yapan senaryosu değil, sinemanın tüm unsurlarını muhteşem bir şekilde kullanması. Her karesi büyük özenle çekilmiş izlenimi yaratan filmde kostümler, prodüksiyon tasarımı, görüntü yönetimi, oyunculuklar, müzik kullanımı ve elbette şarkılar kusursuza yakındı. Böylesine mükemmele yakın yönetilmiş bir filmin henüz kariyerinin başındaki genç bir yönetmenden çıkmasına inanmak zor. Whiplash’ten sonra La La Land’deki başarısıyla Damien Chazelle şimdiden adını unutulmayacak yönetmenlerin arasına yazdırdı diyebiliriz…

Damien Chazelle, La La Land’i 1950’li yılların müzikallerine ithafen hazırlamış. Filmin pek çok anında 1950’lere göndermeler ve o yılların sinemasındaki güzelliklere rastlamak mümkün. En çok da kült müzikal Singin’ in the Rain etkisi filmde hissediliyor. Aslında filmde akıllı telefon falan görmesek 1950’li yıllarda geçtiğine inanabileceğimiz bir ortam hazırlanmış.

İşin müzikal kısmına gelirsek… Müzikallere bayılan biri olarak La La Land’in müzikal dozunu yetersiz buldum. Fakat eminim bu çoğu izleyici kişi için iyi haberdir çünkü tamamı müzikal olan filmlerden nefret eden ciddi bir kesim var. Sizde onlardan biriyseniz korkmanıza gerek yok, müzikaller filmin içerisinde çok büyük bir yer kaplamıyor… Fakat filmin her anında müzik var. Muhteşem fon müzikleri, City of Stars başta olmak üzere kullanılan harika şarkılar…

La La Land’in iki yıldızı Emma Stone ve Ryan Gosling filmin tamamını taşıyorlar. Üçüncü kez birlikte çalışan ikilinin uyumları muazzam. Özellikle Emma Stone’un performansı muhteşem. Ryan Gosling aslında her zamankine yakın bir performans gösterse de şarkı, dans ve piyano performansı az buz şeyler değil. İkisinin de filmin başarısındaki payı büyük. Whiplash’teki performansıyla Oscar kazanan J.K. Simmons da filmde cameo denilebilecek kadar küçük bir rolde karşımıza çıkıyor. Kadroda başka dikkat çekici olmasa da Gosling & Stone ikilisi filmi sırtlamaya yetiyor.

Bana kalırsa La La Land’in kusursuzluğunun önündeki en büyük engel senaryosu. Evet senaryonun içinde de pek çok hoşluk var ama sonuç benim açımdan tatmin edici değil ve arada kurgusal bazı problemler mevcut. Fakat La La Land’in diğer her şeyi o kadar muhteşem ki bunları kolayca unutturabiliyor. Geriye muhteşem bir sinema hazzı ve yıllarca dinlenecek muhteşem müziği, şarkıları kalıyor.

La La Land sinemanın pek çok güzelliğini bize yeniden hatırlatan, eşine rastlayamayacağız türden bir harika. Üzerinden yıllar geçse de tekrar tekrar izlenecek türden bir klasik adayı. Böyle bir güzelliği sinemada izleyen şanslılardan olmalısınız…

La La Land

9

Puan

9.0/10

Yorum Yazın

Email adresiniz yayınlanmayacak.