

Roofman (2025)
2010’ların başında çok iyi çıkış yakalayan yönetmenlerden olmasına karşın, hak ettiği değeri görmeyen filmi The Light Between Oceans’ın ardından sinemaya epey uzun bir ara veren yönetmen Derek Cianfrance nihayet bu yıl geri döndü. Üstelik kendisinden pek de bekleyecek türde farklı bir tarz filmle… Daha çok depresif atmosfere sahip filmlerinden tanıdığımız yönetmen, bu kez eğlenceli bir aksiyon filmi görüntüsündeki Roofman ile karşımıza çıktı. İdeal dünyada gişe canavarı olup çok ciddi başarı elde etmesi gereken film, gördüğüm kadarıyla gerek ülkemizde gerekse yurt dışında pek ilgi görmedi… Channing Tatum’ın iyi kalpli bir suçluyu canlandırdığı ve Kirsten Dunst’ın ona eşlik ettiği film, inanması zor gerçek olaylardan uyarlanmış. Son derece eğlenceli bulduğum film, iyi bir filmde olması gereken hemen tüm özellikleri bünyesinde bulunduruyor ve ardında özgün bir tat bırakıyor. Muhtemelen yılın en çok hakkı yenen filmi olacak…




Soyut Dışavurumcu Bir Dostluğun Anatomisi Veyahut Yan Yana (2025)
Özellikle Gibi’deki inanılmaz başarısı sonrasında Feyyaz Yiğit’in yaptığı her işin yolunu heyecanla gözler oldum. Haluk Bilginer ile başrolü paylaşacakları bir filmde yer alacağı haberi ise bu heyecanımı daha da katladı. Fakat projenin bir miktar abartıldığını düşündüğüm, Amerikan remake’ini Bryan Cranston oynamasına rağmen izlemediğim The Intouchables filminin uyarlaması oluşu bu heyecanımı ciddi zedeledi. Yine de Aziz Kedi ve Feyyaz Yiğit’in içinde olduğu, üstelik de Haluk Bilginer’in başrol oynadığı bir yapım için ümidimi korumayı sürdürdüm ve ilk haftasında sinemanın yolunu tuttum… Açıkçası ekibe güvenmekte haklı çıktım, filmi İstanbul’a çok iyi uyarlamışlar ve kültürel aşinalığın da etkisiyle orijinalinden daha keyifli bir yapım olmuş. Elbette uyarlama olmasının ve orijinalinin çok bilinir olmasının getirdiği bazı sınırlar var ama sinemadan “itfaiye” şarkısı dilime dolanmış bir şekilde, keyifle çıktım. Sinemaları uzun bir aradan sonra festival dışı bir dönemde tıka basa dolu görmek de oldukça memnun etti. IMAX ile çekilen ilk yerli film olmasının bir numarasını ise filmi IMAX salonda izlememe rağmen pek hissedemedim doğrusu. Filmin tarihe geçeceği asıl konu bu teknik özelliği değil de pandemi sonrası insanları yeniden sinemalara sürükleyen film olması olacak gibi. Herkesin dijitale yöneldiği ve sinemaların büyük ölçüde terk edildiği dönemde bu başarısı gerçekten çok değerli. Her ne kadar sinema salonlarında tekelleşmeye yol açıp izlemek istediğim bazı filmleri kaçırmama neden olsa da sinemalar dolu güzel. Dilerim bu kalitedeki filmler salonları doldurmaya devam eder…


Sahibinden Rahmet (2025)
Bu yılki Antalya Film Festivali’nde en iyi senaryo ödülünü alan Emre Sert ve Gözde Yetişkin yönetmenliğindeki Sahibinden Rahmet, festivalin hemen ardından vizyona girince kaçırmak istemedim. Cem Yiğit Üzümoğlu’nun güçlü bir başrol performansı sunduğu ve Aslı İnandık, Sarp Akkaya gibi isimlerin ona eşlik ettiği filmde Anadolu’nun ücra köşesindeki bir köye meteor düşmesi sonrası tüm köylülerin hayatının değişmesi konu alınıyor… Özgün ve eğlenceli bir konuya sahip filmde ana karakterimizin saflığı onu benimseyip hikayeye bağlanmamızı kolaylaştırıyor. Ne var ki çok iyi başlayan film, gittikçe tahmin edilebilir bir şekle evriliyor ve klişeleşiyor. Tahmin edilebilir kısmın filmde yüksek bir kısmı kapsaması aslında çok da uzun süreye sahip olmayan filmin gereğinden çok uzun sürmüş gibi hissettirmesine neden oluyor… Bana göre kaçan bir fırsat olmuş Sahibinden Rahmet, yine de izlenmeye değer bir film…




Wicked: For Good (2025)
Geçtiğimiz yıla hem gişede hem de Oscarlarda elde ettiği başarıyla damga vuran Wicked’ın devam filmi Wicked: For Good beklendiği gibi arayı çok açmadan karşımıza çıktı. Oz Büyücüsü dünyasında geçen müzikal uyarlamasının ikinci kısmında kötü kalpli cadı olarak ilan edilen Elphaba (Cynthia Erivo) ile iyilik kraliçesi Glinda’nın (Ariana Grande) sıra dışı dostluğunu izlemeye devam ediyoruz… İlk filmin kurduğu dünyayı, prodüksiyon başarısını çok başarılı bulan ama filme çok da bayılmayan biri olarak ikinci filmi ilk filmin net şekilde altında buldum. Oyunculuk ve prodüksiyon başarısı tıpkı ilk filmdeki gibi çok yüksek olsa da ilk filmin zayıf yanları bu kez daha belirgin. Çünkü hikaye de ilkinin gerisinde… Bir müzikal için şarkıların kalitesi ilk filmin de gerisindeydi. Ariana Grande’nin bir müzikal filmde şarkı performanslarından ziyade oyunculuğuyla öne çıkması gerçekten çok ilginç oldu. İlk filmle Oscar adayı olmuştu, bu kez kazanacağını düşünen epey kişi var. Fakat hem Cynthia Erivo’nun hem de Ariana Grande’nin devam filmiyle iki yılda ikinci Oscar adaylıklarını almalarına inanmakta zorlanıyorum. Fakat performans olarak yine çok iyi olduklarını belirtmek lazım. Özellikle Ariana Grande’nin karakteri yine çok keyifliydi ve performans başarısı da çok yüksek… Keşke iki gereğinden uzun hissettiren film yerine tek ama çok daha güçlü bir film olarak kurgulansaymış…




Eternity (2025)
Sinemayı sevme sebeplerimden belki de en önemlisi hayal gücünün sınırlarını zorlayan ve çok farklı şekillerde düşünmeye sevk eden şeyler sunabilmesi. İlk kez bu filmle tanıdığım yönetmen David Freyne de sürpriz şekilde karşıma çıkan filmiyle bunu çok iyi başarıyor. Sadece ismini ve afişini görerek seveceğime ikna olduğum filmi sinemada kaçırmak istemedim ve kısıtlı gösterim programına kendi programımı uydurdum ve seveceğime yönelik tahminimde tamamen haklı çıktım… Çocukken beynimi kurcalayan sorunsallardan biriydi iki kişiyle iki mutlu evlilik yapan birinin öldükten sonra hangisiyle yola devam edeceği. Bu sorunu kendine dert edinen çok kişi var mıdır bilmiyorum ama Eternity, bu düşüncelerimi yıllar sonra çok iyi bir şekilde bana hatırlattı. Joan (Elisabeth Olsen), Larry (Miles Teller) ile 65 yıllık uzun ve -çoğu zaman- mutlu bir evliliğin ardından vefat eder. Öldükten sonra kendisini hem Larry’nin hem de genç yaşta kaybettiği ilk eşi Luke’un (Callum Turner) beklediğini öğrenmesi onu zor bir ikilemde bırakır… Eternity, baştan sona büyük keyifle izlediğim eşsiz bir yapım. Hem eğlendirip hem düşündüren son derece özgün bir film. Yaşam sonrası filmlerini çok seven biri olarak bu konuda en sevdiğim işlerden biri oldu. Daha da iyi olmaya açık sonsuz bir potansiyeli vardı ama bu haline de bayıldım. Ülkemizde sinemalarda sadece bir hafta kalması ise bir insanlık ayıbı. İzleme şansı bulduğunuzda kaçırmayın derim…

