Kitap uyarlamalarının sinemaya veya televizyona uyarlanması okuyucu üzerinde her zaman beklenen etkiyi yapamayabiliyor. Bunun önemli örneklerinden biri de Dan Brown’ın The Da Vinci Code ile başlayan ünlü Robert Langdon serisi. Sembol bilimci profesörün maceralarını anlatan roman dizisi adeta fenomen oldu ve büyük beğeni topladı ama sinemaya uyarlamaları yükselen beklentileri okuyucu gözünde bir türlü sağlayamadı. Inferno da The Da Vinci Code ve Angels & Demons ile yakın tepkiler alarak seriye uyum sağladı.
Filmle ilgili yorumuma geçmeden önce belirtmek isterim ki Dan Brown’ın roman serisindeki hiçbir kitabı okumuş değilim. Bu nedenle bu yazıda “romanın havasını verememiş”, “sonunu keşke romana uygun yapsalarmış” gibisinden yorumlar göremeyeceksiniz…
Serinin ilk filmi olan The Da Vinci Code bana göre çok daha iyi olabilme fırsatını kaçırsa da gayet iyi sayılabilecek bir filmdi. Angels & Demons ise tam bir felaketti. Doğrusu Angels & Demons’ta yaşadığım hayal kırıklığından sonra Inferno’ya olan merakım da azalmıştı ama fırsat bulmuşken beklentileri düşük tutarak sinemada izledim. Sonuç olarak ise karşımda hiç fena bir film bulmadım. Serinin en sürükleyici parçası olduğu da söylenebilir…
Dünya nüfusunun hızlı artışının büyük bir risk olduğunu ve bu konuda bir şeyler yapılması gerektiğini düşünen, ciddi de destekçi toplayan bir adam olan Bertrand Zobrist dünya nüfusunun yarısını öldürebilecek bir virüs hazırlar. Bu virüsten kurtulma işi ise sembolist profesörümüz Robert Langdon’a düşer. İlgi çekici bir çıkış noktasına sahip olan Inferno, bu çıkış noktasının üzerinde çok fazla durmasa da iyi bir seyirlik.
Baştan sona aksiyon dolu sürükleyici bir film olan Inferno, Robert Langdon’ın hafızasını kaybetmiş bir şekilde kendini hastanede bulmasıyla ve orada doktor Sienna (Felicity Jones) ile tanışmasıyla başlıyor. Daha sonrasında ise filmin büyük bir kısmı ikilinin oradan oraya koşuşturmasıyla devam ediyor. Profesör bir yandan olayları kafasında toparlamaya çalışırken diğer yandan da kime güvenip kime güvenemeyeceğini değerlendiriyor. Doğrusu aksiyon filmlerini sevmeyen biri olsam da Inferno’daki bitmek bilmeyen tempoyu epey sevdim.
Inferno’nun serinin diğer filmlerinde de olduğu gibi teknik açıdan epey başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Prodüksiyon tasarımı harika, Hans Zimmer’ın müzikleri başarılı. Fakat yönetmen Ron Howard’ın performansından çok emin değilim. Özellikle bazı kısımlardaki yakın plan çekimleri adeta filmi izlemeyi zorlaştırdı. Tabii filmin aksiyon açısından başarısındaki Howard’ın payını da vermek gerekir.
Bu filmle birlikte Toy Story’yi bir kenara koyarsak ilk kez bir üçlemeye imza atan Tom Hanks başarılı performansıyla filmi izlemeye değer kılan unsurların başındaydı. Özellikle ilk kısımlardaki etkileyici performansı filme bağlanmayı kolaylaştırdı. The Theory of Everything’de çok fazla beğenmediğim Felicity Jones ise filmin sürpriz yıldızıydı. Gerçi oyunculuğunun ön plana çıktığını söylemek kolay değil ama kendisini izlemekten keyif aldım. Ben Foster, Sidse Babett Knudsen, Omar Sy ve Hintlerin ünlü oyuncularından Irffan Khan filmin oyuncu kadrosundaki diğer isimlerdendi ama performanslarının bireysel olarak çok bir artı kattığı söylenemez.
Inferno’nun bizim için bir önemi de çekimlerin bir kısmının İstanbul’da yapılmış olmasındandı. Filmin büyük kısmı Floransa’da geçse de son kısmı İstanbul’da geçiyor ve bunu fırsat bilen Türkiye dağıtımcısı da doğal olarak bunu kullanarak filmi pazarlamaya çalışıyor. İstanbul’daki kısımlarda Türk oyuncuların kullanılması bizim açımızdan önemli artı olmuş. Pek çok Hollywood filminde gördüğümüz aksanlı tuhaf Türkçe yok yani filmde. Bu konuya özen gösterilmiş. Genel anlamda da Türkiye ile ilgili olumsuz bir şey söylendiğini söylemek zor. Aksine tarihi ve turistik yerlerin tanıtılması açısından iyi bir fırsat olmuş. Felicity Jones’un İstanbul’da baş örtüsü takma olayına ben çok takılmadım.
Uzun lafın kısası Inferno düşük olan beklentilerimin üzerine çıkan iyi bir aksiyon filmi. Serinin temposu en yüksek filmi ve en iyisi olduğu bile iddia edilebilir. Tabii kitabı okumamış sadece filmi izleyen biri için durum bu. Eğer ilk iki filmden sonra mucizevi bir yükselişle serinin çıkışa geçmesini bekliyorsanız böyle bir şey yok. Unutmadan eğer serinin ilk iki filmini izlemeyip direkt bu filmden başlamak istiyorsanız da bunu yapabileceğinizi söyleyeyim. İlk iki filmle Robert Langdon karakteri dışında hiçbir bağlantı yok, yani serideki herhangi bir filmi sıralamaya bakmaksızın izleyebilirsiniz. Israrla tavsiye edeceğim bir film değil ama bir şans verin derim…
Yorum Yazın