Evet, gündemi geriden takip ettiğimin farkındayım ama zorunlu bir durum oldu bu… Dünyanın en prestijli film festivali olarak gösterilen Cannes Film Festivali’nde ödüller geçtiğimiz hafta düzenlenen törenle sahiplerini buldu. Her ne kadar zamanında bu heyecana ortak olamasam da dizi ve film blogu olduğunu iddia eden bir blogda festivalden ve ödüllerden bahsetmemek olmazdı…
Daha önce şu yazımda Cannes Film Festivalinde yarışacak filmleri açıklamıştım. Orada da söylediğim gibi Cannes Film Festivaline henüz çok hakim değilim. Her ne kadar son yıllarda Amerikan sineması dışındaki önemli filmleri de izlemeye çalışsam da henüz Cannes’a hakimiyetim çok yetersiz. O nedenle aslında Cannes ile ilgili beni daha çok meraklandıran konu Oscar yarışında olmasını beklediğimiz Amerikan filmlerinin nasıl tepkiler alacağıydı. Bu yazıda ödülleri paylaşmanın yanı sıra o filmler hakkında gelen izlenimleri de yorumlamaya çalışacağım.
Geçen yıl hatırlanacağı gibi Nuri Bilge Ceylan, Kış Uykusu ile Altın Palmiye ödülünü kazanarak hepimizi gururlandırmıştı. Bu yıl ise festivalin en önemli ödülü olan Altın Palmiye’yi sürpriz sayılabilecek bir şekilde “Dheepan” adlı filmiyle Fransız yönetmen Jacques Audiard kazandı. Şu ana kadar ne yazık ki hiçbir Jacques Audiard filmi izlemediğim için bu zaferle ilgili çok yorum yapamayacağım. Fakat filmin eleştirmenlerce pek sevilmediğini, hatta festivalin geride kalan filmleri arasında gösterildiğini de belirtmem lazım. Kendi yorumumu ancak izleyince yapabileceğim.
Altın Palmiye’den sonraki en prestijli ödül olan Büyük Ödülü kazanan ise Macar yönetmen Laszlo Nemes’in “Son of Saul” adlı filmi oldu. Son of Saul ya da orijinal adıyla “Saul fia” eleştirmenlerden de bir hayli olumlu tepkiler aldı. Muhtemelen filmin adını Oscar yarışında da göreceğiz.
Bol ödüllü Çinli yönetmen Hsiao-hsien Hou, “The Assassin” adlı filmiyle en iyi yönetmen ödülünü kazandı. The Assassin filmi de festivalin en beğenilenlerinden oldu ama başarısı festivallerden taşıp Oscar sezonuna dahil olur mu emin değilim. Daha önceki Hsiao-hsien Hou filmlerinin Oscar ile işinin olmamış olması düşündürücü.
En iyi erkek oyuncu ödülünü “The Measure of a Man” filminin başrolü Vincent London kazanırken, en iyi kadın oyuncu ödülünde ise “Carol” filminin ünlü oyuncusu Rooney Mara ve “Mon Roi” filminden Emmanuelle Bercot eş kazananlar oldular.
Jüri özel ödülünü festivalin beğenilen filmlerinden biri olan, Yunan yönetmen Yorgos Lanthimos imzalı “The Lobster” oldu. Colin Farrell, Rachel Weisz, Lea Seydoux gibi tanıdık isimleri de kadrosunda bulunduran filmin adını bu yıl daha duyarız gibime geliyor. Senaryo ödülünü ise “Chronic” filmiyle Michel Franco kazandı…
Ödül kısmını geride bırakıp biraz da “Oscar 2016” ile ilgili kısma geçelim isterseniz. Cannes Film Festivalinden gelen özellikle Amerikan filmleri Oscar yarışında da yer alabiliyor bildiğiniz gibi. Geçtiğimiz yıl Cannes’da en iyi yönetmen ödülünü kazanan Foxcatcher, Oscar’da da pek çok adaylık alıp sezonun önemli filmlerinden biri olmuştu. Bir önceki yıl ise erkek oyuncu ödülünü kazanan Nebraska, en iyi film dahil 6 dalda Oscar adayı olmayı başarmıştı.
2016’da Nebraska, Foxcatcher gibi filmlerin izinden gidecek filmin “Carol” olacağını net bir şekilde söyleyebiliriz. Todd Haynes yönetmenliğindeki Cate Blanchett ve Rooney Mara’nın başrolleri paylaştığı film, festivalde mükemmel eleştiriler aldı. Hatta daha büyük ödülleri alabileceği de konuşuluyordu, fakat Rooney Mara’nın kazandığı en iyi kadın oyuncu ödülüyle yetinmek zorunda kaldı. Oscar için ise Carol konusunda daha büyük beklentilere girebiliriz. Zaten filmin arkasında Weinstein desteği olacak. Aslında filmin Oscar yarışçısı olacağını tahmin edebiliyorduk. Ben de daha 24 Şubat’taki Oscar tahminlerimde Carol’ı en iyi film kategorisinde 7. sıradan aday göstermiştim. Sanırım bu sıralamayı biraz daha yukarılara çekmemde sakınca yok. Hatta daha ileri gidip Oscar’ı kazanabileceği iddiasında bile bulunabilirsiniz isterseniz ama ben şimdilik o kadar büyük konuşmayacağım. Rooney Mara’nın kazandığı Cannes ödülüne ise sevindim ve kendisi büyük ihtimalle en iyi yardımcı kadın oyuncu kategorisinde epey iddialı olacak. Belki de Cate Blanchett’a rağmen en iyi kadın oyuncu kategorisine geçmesi bile söz konusu olabilir.
Benim iddialı olmasını beklediğim bir başka Cannes filmi Macbeth idi. Michael Fassbender ve Marion Cotillard gibi gözde iki oyuncuyu kadrosunda bulunduran film Cannes’da beklediğini tam anlamda bulamadı. Aslında gayet iyi eleştiriler de aldı ama filmi beğenmeyen bir kesim de mevcut. Yine de özellikle oyunculuk kategorilerinde Oscar’da çok iddialı olacağını söyleyebiliriz.
Cannes’daki Altın Palmiye adayı filmler arasında hangisini desteklediğimi merak ediyorsanız cevabım oldukça netti: Sicario. Son dönemdeki en yetenekli yönetmenlerden olduğuna inandığım Incendies, Prisoners, Enemy gibi filmlerin yönetmeni Denis Villeneuve’nin Emily Blunt, Josh Brolin, Benicio Del Toro, Jon Berthnal gibi isimlerle çalıştığı filmin başarılı olmasını istiyordum. Belki film, Cannes’da ödül anlamında sıfır çekti ama aldığı tepkiler oldukça iyiydi. Villenueve, son iki filmi Prisoners ve Enemy ile Oscar’ı neredeyse tamamen ıska geçmişti. Bu kez biraz daha Oscar dostu bir görüntüde şimdilik ama iddialı bir tahmin yapmak için çok erken. Filmin en çok övülen yanının Roger Deakins imzalı görüntü yönetmenliği olduğunu da söyleyeyim. 12 kez Oscar adayı olan (bunlardan bir tanesi Prisoners ile) efsane görüntü yönetmeni Roger Deakins bu yıl 13. Oscar adaylığını ve hatta ilk Oscar’ını alır mı dersiniz? Oyunculardan Emily Blunt için iyi yorumlar olduğunu fakat Oscar’a yeteceğini tahmin etmediğimi, Benicio Del Toro’nun ise filmin asıl öne çıkan oyuncusu olduğunun söylendiğini de ekleyerek Sicario faslını tamamlıyorum…
Oscar şanslarından bahsedeceğim son Altın Palmiye adayı film The Sea of Trees. Taze Oscar kazanan oyuncu Matthew McConaughey ve yönetmen Gus Van Sant’ı buluşturan projenin çok kişi gibi ben de iddialı olacağını tahmin ediyordum ama yanılmışım. Film kelimenin tam anlamıyla berbat eleştiriler aldı. Festivalin açık ara en kötü filmi ilan edildi. Bu kadar kötü yorumlardan sonra ödül sezonunu tamamen es geçeceğini düşünmeye başladım. Bir sonraki Oscar tahminleri güncellememde sanırım tamamen filmin adını çıkaracağım listemden.
Biraz da festivalde özel gösterime giren filmlerden bahsedelim. Woody Allen’ın iki çok sevdiğim oyuncu Joaquin Phoenix ve Emma Stone’u buluşturduğu filmi Irrational Man festivalde yorumları en çok merak ettiğim filmdi. Woody Allen’ın bir sene iyi bir sene kötü film yapma serisine göre bu filmin iyi olması gerekiyordu. Fakat film pek olumlu yorumlar alamadı. Galiba Woody Allen bu sene de ödül sezonunu teğet geçecek.
2015 animasyonlar açısından çok zengin bir yıl olacak gibi gözüküyor. Son yıllarda bence animasyon dalında çok iyi filmler çıkmıyordu. Bu yıl bu durum kırılabilir gibi gözüküyor. Inside Out adlı yeni Pixar filmi genel olarak harika yorumlar aldı ve son yıllardaki en iyi Pixar filmi olduğu iddia edildi birçok kişi tarafından. Kısa süre içerisinde gösterime girecek olan filmi bekleyip göreceğiz. The Little Prince ise daha zayıf yorumlar alsa da Oscar için adı geçebilecek bir diğer animasyon.
Son olarak ise Mad Max: Fury Road‘dan bahsedeyim. Cannes’da ilk kez gösterilen film aslında çok kısa süre sonra vizyona da girdi ve şu an belki de siz de izlediniz bile bu filmi. İzlemediyseniz bile filmin harika yorumlar aldığını görmüşsünüzdür. Ben ne yazık ki henüz izleyemedim. Aslında Mad Max serisine dair hiçbir filmi izleyemedim. Yalnız ilk üç filmine vasat gözüyle bakılan bir serinin dördüncü filminin bu kadar tutkulu yorumlar aldığını ilk kez görüyorum. Filmin Oscar’da teknik dallarda birkaç adaylık (hatta belki de ödül) alacağı da şimdiden kesin. Ben de umarım seriyi baştan sona izleyip blogda inceleme fırsatı yakalarım.
Yorum Yazın