Flow (2024)
Son yıllarda büyük düşüş içerisindeki animasyon türü, bu sezon altın yıllarından birini yaşayarak yeniden hayat buldu. Bu yılın başarılı animasyon filmlerinden biri de Letonya’dan geldi. Mütevazı bir şekilde hazırlanan ve tamamı diyalogsuz bir film niteliğindeki Flow, buna karşın eşsiz bir animasyon deneyimi sunuyor. İnsansız bir coğrafyada büyük bir sel sonrası hayatta kalma mücadelesi veren bir kedi ve ona eşlik eden hayvanların mücadelesini izlemek yer yer keyifli, yer yer stresliydi. Filmin hayvan davranışlarındaki gerçekliği yakalayıp duygularını diyalogsuz hissettirebilmesi takdire şayan. Çok kaliteli, çok özgün bir animasyon. Aklımda uzun süre yer edecek animasyonlar arasına adını yazdırdığı kesin…
My Penguin Friend (2024)
Ciddi ödül filmleri arasına sıkıştırmak için gözüme kestirdiğim filmlerden biri Brezilyalı yönetmen David Schurmann’ın yönettiği My Penguin Friend oldu. “Penguenleri seviyorum, Jean Reno’yu seviyorum, bu filmi neden sevmeyeyim?” gibi son derece basit bir mantıkla izlemeye koyulduğum film hakkında yanılmadım. Petrole saplanmış ve yolunu kaybetmiş bir penguen ve onu bulan balıkçının sıra dışı gerçek hikayesinden yola çıkan film, kalpleri ısıtan türden şirin mi şirin bir film. Filmde CGI yerine çok büyük ölçüde gerçek penguenler kullanılmış ve belki filmi bu kadar şirin yapan faktörlerden biri de bu… Filmi izleme sebeplerimden olan, uzun süredir karşıma çıkmayan Jean Reno’nun Leon sonrasındaki açık ara en çok sevdiğim performansı oldu… Filmin bazı teknik ve kurgusal basitlikleri var, Brezilya’da herkesin aksanlı İngilizce konuşmasına da göz yummanız gerek. Penguenler bu göz yummaları çok kolay kılıyor. Ailece izlemek için çok iyi bir seçenek…
The Apprentice (2024)
Önceki izlediğim iki filminden de nefret ettiğim Ali Abbasi, tarzının çok dışına çıkmış gözüktüğü Trump biyografisiyle beni üçüncü kez ağına düşürdü. Neyse ki bu kez önceki iki filminden çok daha fazla sevdim… Filmde genç Donald Trump’ın (Sebastian Stan) yeni zenginleşmeye başladığı 70’ler, 80’ler dönemini izliyoruz. Özellikle de onun hayatında ciddi etkiler yaratan ve yolunu yolsuzluklardan bulan avukat Roy Cohn (Jeremy Strong) ile ilişkisine odaklanıyoruz… Ali Abbasi farklı olmak için aşırı çabalamayınca eli yüzü düzgün bir film ortaya koymuş ama filmle neyi hedeflediği biraz şüpheli. Bir Trump biyografisi olarak çok zayıf. Biraz kötü karakterin orijin hikayelerini andırıyor ama o tanıma da çok uymuyor. Ray Cohn hikayesinde vardığı noktayla ilgili hedefleri de net değil… Net olan ise filmdeki oyunculuk kalitesi. Sebastian Stan ve Jeremy Strong güçlü performanslarıyla senaryonun kusurlarını örtmek için epey çaba harcamışlar. Sebastian Stan, mimikleriyle adım adım bugün alıştığımız Trump’a dönüşüyor… Jeremy Strong ise yine çok büyük oynuyor. Daha iyi bir filmle Oscar’ı alabilecek kapasitede bir performans. Fakat yer yer Al Pacino taklidi gibi hissettirdiğini de not düşmem lazım. Filmi izledikten sonra öğrendim ki meğer aynı karakteri henüz izlemediğim “Angels in America” dizisinde Al Pacino da canlandırmış…