The Holdovers (2023)
Aktif en başarılı yönetmenlerden biri olmasına karşın uzun süredir üretmeyen Alexander Payne, nihayet iddialı bir filmle geri döndü. Kısa sürede yılın en iyilerinden biri olarak anılmaya başlayan The Holdovers için beklentim tavan seviyeye ulaştı ve ilk fırsatta filmi izledim… Christmas tatilinde yatılı bir okulda kalacak öğrencilere göz kulak olmak üzere görevlendirilen aksi bir tarih öğretmeni, Vietnam’da oğlunu kaybeden bir aşçı ve okulun en sorunlu öğrencilerinden biriyle bir arada kalır ve olaylar gelişir… The Holdovers’ın bu kadar sevilmesini sağlayan şey çok basit bir konuyu şekilciliği dert etmeden basit bir yolla aktarması, tıpkı eski günlerdeki eski filmlerdeki gibi… The Holdovers’ın yarattığı bu nostaljik hissiyat gücü aslında Alexander Payne’den günümüz sinemacılarına önemli ders niteliğinde. Bu hissiyatta senaryo ve yönetmenliğin dışında güçlü oyunculuk performanslarının da etkisi çok yüksek. Özellikle Paul Giamatti kariyerinin en iyi performansını sergilemiş. Oscar adaylığını şimdiden garantiledi, pek çok Akademi üyesinin ödülü kazanması için de kendisine oy vereceğini tahmin ediyorum. Fakat kazanmaya yeter mi noktasında şüpheliyim… İlk kez bu filmle kamera karşısına geçen Dominic Sessa şahane bir keşif olmuş. Filmin işlemesinde payı yüksek. Şu sıralar yardımcı kadın oyuncu Oscar’ının en büyük favorisi olarak gösterilen Da’Vine Joy Randolph’un performansı ise doğrusu bana çok sıra dışı gelmedi… The Holdovers’ın en sevdiğim Alexander Payne filmleri sıralamasında üstlerde olacağını söyleyemesem de doğru zamanda karşımıza çıkmış doğru bir film…
May December (2023)
Bu yılki Cannes Film Festivali’nin ses getiren filmlerinden biri Todd Haynes’tan geldi. Filmin çektiği ilgi üzerine Netflix filmin yayın haklarını kapıp (ne yazık ki Türkiye gibi bazı ülkelerde hariç olsa da) ödül sezonuna taşıdı. Yönetmenin sinemasının heveslisi olmasam da başrollerdeki Natalie Portman ve Julianne Moore filme şans vermemeyi zor hale getirdi… Ne var ki May December’ı hiç mi hiç sevemedim. Filmin buz gibi soğuk atmosferine hiç bağlanamadım. Kağıt üzerinde fena gözükmeyen konudan sürükleyiciliği sıfırın altında bir senaryo çıkarılmış. Natalie Portman, Julianne Moore ve Oscar adaylığı alması muhtemel Charles Melton’ın güçlü performansları da filmi kurtarmamış. Umarım ödül sezonunda gereksiz abartılışı bir an önce son bulur ve önemli ödüllerde karşımıza çıkmaz…
Ölümlü Dünya 2 (2023)
2018 yapımı Ölümlü Dünya, pek çok kişi gibi gayet düşük beklentiyle izleyip beklentimin çok üzerine çıkmış bir komediydi. Feyyaz Yiğit ve Doğu Demirkol ile ilk kez tanışmamı sağlamış filmi, yıllar içinde birkaç kez daha izleyip her izlediğimde tekrar güldüm… 5 yıl sonra gelen devam filminde ise işler tamamen değişti. Özellikle Gibi’nin inanılmaz başarısı sonrası Feyyaz Yiğit ve Aziz Kedi’nin kaleminden çıkacak her şeyi merakla beklemek bir yana Feyyaz Yiğit ve Doğu Demirkol oyuncu olarak da yıldızlaşmıştı. Bir de kadroya son dönemin yükselen yıldızı Giray Altınok eklenince beklentiler tavan yaptı… Neticede ise yüksek beklenti kısmi tatminsizlik doğurdu. Her ne kadar çeşitli sahnelerde kahkahayla gülsem de, “Dündar Dinç” gibi hafızalarımıza kazınan bir eseri kazandırsa da ilk filmdeki fenomenleşen sahneler ayarında sahneler bulmak çok mümkün değildi. Dahası Doğu Demirkol’un takvim uyuşmazlığı nedeniyle filmde solo performans olarak filmin genelinden kopuk şekilde takılması filmin yüksek temposunu bir miktar düşürmüş. Alper Kul ve İrem Sak’ın filme katkılarında da ciddi düşüş var. Genel izleyiciye daha fazla yaranmak amacıyla fazla bel altı espri bulunması ise temel bir problem. Giray Altınok’un gelişi ve Mehmet Özgür’ün yükselişiyle olumsuzluklar bir nebze toparlansa da film, öncülünün biraz altında. (Bu altındalık şimdilik puan olarak gözlemlenemeyecek, belki de ilk filmin notunu yarım puan yukarı taşıma vakti geliyor.) Yine de bu yıl sinemada izlenebilecek en iyi yerli komedi olduğu gerçeği oldukça net…
Inshallah a Boy (2023)
Şeriat ülkelerindeki insanlık dışı dramları izlemek giderek sıradanlaşmaya başlasa da Mubi ile gündemde olan ve Ürdün’ün Oscar aday adayı olan Inshallah a Boy’a şans vermek istedim. Amjad Al Rasheed’in ilk yönetmenlik deneyimi olan film, tam da beklediğim türden bir film çıktı. Filmin dünyaya duyurmak istediği çığlık şüphesiz çok yerinde, fakat öncüllerinden çok yeni şeyler haykırdığını ya da bunu çok etkileyici yeni bir yolla yaptığını söylemek mümkün değil… İzlemeseydim de olurmuş…