2016’nın en çok beklenen filmlerinden birisi şüphesiz Silence’tı. Sebebi ise iki kelimeyle açıklanabilir: Martin Scorsese. Yaşayan en önemli yönetmenlerden biri olarak gösterilen ve özellikle 2000’lerdeki her işi başarıyla sonuçlanan Scorsese, son olarak The Wolf of Wall Street ile kariyerindeki en iyi işlerinden birine imza atmıştı. Usta yönetmenin uzun zamandır hayata geçirmek istediği Silence’ın da kariyerindeki önemli filmlerden birine dönüşmesi bekleniyordu ama onun yerine hayal kırıklığına dönüştü…
Silence, iki Katolik rahibin Japonya’da kayıp mentörlerini arama çalışmalarını ve orada dinlerini yayma çabalarını ele alıyor. Olaylar 1600’lü yılların ilk yarısında geçiyor ve o dönemde Japonya’da Hristiyanlığa karşı oldukça katı tutum vardır. Hristiyan oldukları öğrenilen kişilere ağır işkenceler edilir. Anlayacağınız rahiplerin işleri bir hayli zorludur ve burada sessizlik içerisinde kalmaları gerekir…
Film aslında adından da anlaşılabileceği gibi büyük oranda sessiz, sakin bir yapıda geçiyor. Lakin bu sessizlik bana oldukça fazla geldi. Film içerisindeki karakterler pek çok sabır testinden geçerlerken Scorsese de izleyiciye sabır testi hazırlamış adeta. Yoksa filmin 2 saat 41 dakika sürmesinin başka mantıklı bir gerekçesini bulmak zor. Gerçi filmin başta 3 saat süreceği açıklanmıştı ki zahmet edip birazını kırpmışlar. Bence 1 saatlik süre daha hiç sıkıntı olmadan kırpılabilirmiş! Zaten filmin ilgiye değer kısmını son 1 saatlik kısım oluşturuyor, geri kalan kısım ise ne yazık ki birbirinin tekrarı niteliğinde sahnelerden ibaret.
Son olarak The Wolf of Wall Street’teki aşırı cinsellik, uyuşturucu sahneleriyle bazı kesimlerden büyük tepki alan Scorsese’nin o filmden sonra bu kez dini nitelikleri ön planda bir filme imza atması da aslında ilginç. Fakat Scorsese’nin kariyerinde daha önce de The Last Temptation of Christ, Kundun gibi dini ön planda tutan başka filmleri mevcut.
Silence’ın başrolünde Andrew Garfield gayet iyi iş çıkarmış. Bu yıl aynı zamanda Hacksaw Ridge’de de inançlarına düşkün birini oynaması ilginç bir tesadüf olmuş. Her ne kadar Oscar’a Hacksaw Ridge ile aday olmuş olsa da ben buradaki performansını biraz daha iyi buldum, yalnız filmin aşırı sakinliğinde Garfield’ın anlatıcılığının da yer yer uyku getirdiğini söylemem gerek. Filmde çok öne çıkması beklenen ama sonrasında rolünün az olduğu anlaşılan Liam Neeson ise az süre almasına karşın yer aldığı sürede parlamayı başarmış. Filmin en ilgi çekici kısımları Neeson’ın yer aldığı kısımlardı. Adam Driver ise filme pozitif veya negatif katkıda bulunmamış. Bu arada filmdeki çok sayıda Japon oyuncudan da ilgimi çeken bir performans göremedim. Birkaç ödülde adaylık almayı başaran Issei Ogata da buna dahil…
Özetle Silence, izlemesi zor bir film. Süresi haddinden çok uzun olsa da üst düzey çekim teknikleri ve kaliteli bir proüksiyona sahip. Son 1 saatlik kısmı ise gereksiz uzun kısımları biraz olsun unutmaya yardımcı oluyor. Fakat yine de bana kalırsa Scorsese’nin 2000’lerdeki en zayıf işi, hatta şu ana kadar izlediğim en zayıf Scorsese filmi…
[…] her ne kadar bir önceki filmi Silence (2016) ile ciddi bir hayal kırıklığı yaşatsa da kariyerinin her döneminde önemli eserler […]