2016’nın en hoş sürprizlerinden biri J.A. Bayona’dan geldi. İlk kez 2012 yapımı The Impossible ile tanıyıp, sevdiğim yönetmenin bu filmin ardından yeniden izleyici karşısına çıkması tam 4 yıl alsa da sonucun beklemeye değdiğini söyleyebilmek mümkün. Festivallerde ilk gösterime girdiği günden itibaren yılın ağlatan filmi olarak nam salan A Monster Calls, gözyaşlarına talip olan son derece duygusal bir yapım…
A Monster Calls, yaşı küçük olmasına karşın hayatın zorluklarıyla çok erken tanışan ve annesi ölümcül bir hastalıkla boğuşan bir çocuğun hikayesini ele alıyor. Bu zorluklarla başa çıkma konusundaki en büyük yardımcısı ise her gün aynı saatte karşısına çıkan ağaç şeklindeki dev canavar oluyor. Canavar, çocuğa üç tane hikayesini anlatıyor ve bu üç hikayenin sonunda çocuğun kendisini bulup kendi hikayesini anlatmasını istiyor. Biz de film boyunca çocuğun kendisini bulma mücadelesine tanık oluyoruz…
Doğrusunu söylemek gerekirse A Monster Calls, ilk yarısında gereğinden biraz fazla durağan bir başlangıç yapıyor ama bu esnada yavaş yavaş kendisine bağlayıp duygu yüklü ikinci yarısıyla derinden vuruyor. Fantastik canavarın gerçeklikle buluşturulması, canavarın anlattığı masallarda kullanılan ilgi çekici teknik ve en önemlisi de senaryonun dolu dolu olması, biraz fazla karamsar bir şekilde de olsa verdiği mesajlar gerçekten takdiri hak ediyor. Ve evet söylendiği gibi film gerçekten duygulara çok fazla hitap ediyor, ikinci yarıda ağlamamak gerçekten özel bir çaba gerektiriyor…
Filmin başarısındaki en büyük paylardan biri şüphesiz küçük çocuk Lewis MacDougall’a ait. MacDougall sergilediği etkileyici performansla kalplere dokunmayı başarıyor. Bu yıl pek çok iddialı filmde birden yer alan Felicity Jones da kariyerinin en etkileyici performanslarından birine imza atıyor. Çok fazla süre almasa da performansı takdiri hak ediyor. Filmi izlemeden önce fantastik filmle Oscar adayı olma ihtimalini düşük görüyordum ama filmi izledikten sonra bu konudaki düşüncem değişti. Öyle ki zaten Felicity Jones’un fantastiklikle bir ilgisi yok ve filmin kendisinin de Akademi’nin uzak duracağı türden bir fantastikliğe sahip olmadığı açık. Tecrübeli oyuncu Sigourney Weaver da kadrodaki bir diğer önemli isim. Liam Neeson’ın da canavarın seslendirmesiyle iyi iş çıkardığını söylemek mümkün.
Özetle ben A Monster Calls’u çok sevdim. Verdiği mesajlarla kuvvetli bir hikayesi, senaryosu olduğu gibi duygulara fazlasıyla hitap etmeyi başarıyor. Teknik açıdan başarısıyla da ayrıca takdiri hak ediyor. Hafif sıkıcı sayılabilecek ilk yarısına kendinizi hazırlarsanız filmi daha da kolay sevebilirsiniz. Son olarak A Monster Calls’un uzaktan çocuk filmi olarak gözükmesine karşın aslında büyüklere hitap eden bir film olduğunu söyleyeyim. Evet, çocukların izlemesinde de sakınca yok ama filmi büyükler daha çok sevecektir. Sinemadan çıktığımdaki reaksiyon izlenimlerim de tamamen bu yöndeydi. Eşine zor rastlanan filmlerden olan A Monster Calls’u vizyondayken es geçmeyin derim…
Yorum Yazın