Son iki yıldır Sicario ve Hell or High Water gibi ses getiren filmlerin senaryosuna imza atarak Hollywood’un dikkat çeken isimleri arasına giren Taylor Sheridan bu yılı da boş geçmeyerek Wind River ile yine ses getiren bir işe imzasını attı. Üstelik bu kez yönetmen koltuğuna da bizzat kendisi geçti. Filmi Sheridan’ın yönettiği ilk film olarak düşünebilirsiniz belki ama yönetmen ilk denemesini 2011’de Vile adlı kimselerin bilmediği bir korku filmiyle yapmış. Yine de Wind River için kaale alınan ilk filmi demek yanlış olmaz…

Taylor Sheridan’ın senaryosunu yazdığı önceki iki film genel olarak sevilse de bana göre her iki film de gereğinden fazla abartılan filmlerdi. Sicario, Denis Villeneuve’nin filmografisinin en zayıf halkasıydı. Hell or High Water ise geçtiğimiz yıl her bir yerden ödül veya adaylık aldığında saç baş yolduğum vasatlık abidesiydi. Buna karşın Wind River hem gizem yönünü ön planda tutuyor gibi gözükmesiyle, hem aldığı olumlu tepkilerle, belki Mystic River ile isim ve poster renklerinin benzerliğiyle merak ettiğim filmlerden birine dönüştü. Fakat ne yazık ki Taylor Sheridan yine kendisinden beklenmesi gerekeni yapmış ve vasat senaryolarına bir yenisini daha eklemiş…

Wind River, Amerika’da yerliler için ayrılmış özel alanlardan birinde yaşanan bir cinayet olayını konu alıyor. Filme adını veren Wind River aynı zamanda filmin geçtiği ayrılmış özel bölgenin de ismi ve bu bölge yerliler için ayrılan bölgelerin en büyüklerinden biri. Fakat cinayetin işlendiği bölge sürekli kar ve soğukla boğuşan, oldukça az kişinin yaşadığı bir yerdir…

Ana karakterlerimizden biri olan Cory Lambert, avcılık yapan ve geçimini bölgedeki zararlı hayvanları öldürerek kazanan biridir. Bir gün yine av üzerindeyken bir genç kızın cesedine rastlar ve cinayet soruşturmasıyla yakından ilgilenir. Soruşturma konusu da ilginçtir çünkü yasalar gereği olaya FBI’ın dahil olması gerekir. Olaya dahil olan FBI ajanı ise diğer ana karakterimiz Jane’dir. Genç bir beyaz kadın olan Jane bölgenin acımasız ikliminde oldukça zayıf gözükmesinin yanı sıra kimse tarafından istenmemektedir. Fakat Jane ve Cory iyi bir ikili olarak olayın izini sürmeye çalışırlar…

Ayrılmış yerel bölgelerde yaşanan faili meçhul cinayetlere dikkat çekmek isteyen Wind River, karakter dizaynı konusunda başarılı bir iş olsa da olay örgüsü konusunda sınıfta kalıyor. Filmin merkezinde olması istenen gizem unsurunun başarılı bir şekilde yerleştirilmemesi hikayenin ilgi çekiciliğine ciddi anlamda zarar veriyor ki bu durum senaristin bir diğer işi olan Sicario’da da ciddi anlamda hissediliyordu. Filmi izlettiren unsurun merak olması gerekirken öne çıkanlar coğrafyanın güzelliği ve zaman zaman ana konudan bağımsız olsa da kendi içerisinde değerli replikler oluyor. Özellikle Cory karakterine yazılan repliklere özenildiği net bir şekilde anlaşılıyor.

Filmdeki başrollerden Jeremy Renner oyunculuğunu soğuk bulduğum ve bir türlü ısınamadığım bir isim. Bu filmde de bu görüşüm çok değişmese de kariyerinin çarpıcı performanslarından biri olduğu aşikar. Bunda da karakterinin derinliğinin yüksek oluşu ve kaliteli repliklere sahip oluşu etken. Fakat çoğunluğun aksine benim filmdeki en çok beğendiğim performans Elizabeth Olsen’e ait. Şu sıralar Marvel filmleriyle daha çok gişe izleyicisiyle haşır neşir olan Olsen, bu filmle yetenekli bir oyuncu olduğunu kanıtlayarak ortaya etkileyici bir performans koymuş. Onun karakteri de Cory kadar olmasa da iyi yazılmış ve hikayeyi ilgi çekici kılmaya yardımcı olmuş.

Wind River, ana konusunun hakkını veremeyen seyir zevki düşük sayılabilecek bir film olsa da geçtiği coğrafyanın ilgi çekiciliği ve iyi yazılmış karakterleriyle bir nebze olsun teselli bulmayı sağlıyor. Abartılı yorum ve puanlara kanıp yılın en iyi filmlerinden biri olduğu gibi bir beklentiye girmeyin derim…

Wind River

6

Puan

6.0/10

Yorum Yazın

Email adresiniz yayınlanmayacak.