2021 sezonunun sonrasında güncel filmlere vermiş olduğum makul bir aranın ardından yepyeni filmlerle yeni sezonu açma vakti… Yeni sezonun ilk filmi 2022’nin en çok beklenti yaratan filmlerinden biri olan “The Batman”. Her ne kadar filmin heyecan yarattığı kitlenin bir mensubu olmasam da filmin aldığı olağanüstü tepkiler filme sinema perdesinde şans vermeye ikna etti. İyi ki de etmiş, karşımızda yine, yeni, yeniden çok iyi bir Batman filmi var…

Gotham’ın en ünlü simalarından Bruce Wayne’in (Robert Pattinson) Batman’e dönüşümünün ardından birkaç yıl geçmiştir. Batman, suçluların üzerine kabus gibi çökse de elbette Gotham’da suç hiçbir zaman eksik olmamaktadır. Şehrin yüksek profilli kişilerini seri cinayetler halinde öldürmeye başlayan Riddler (Paul Dano), Batman için ciddi bir tehlike arz eder…

The Batman için yazının başında bahsettiğim heyecansızlığımın en büyük sebebi tahmin edeceğiniz üzere serinin yeni bir başlangıca ihtiyacı olmadığını düşünmemdi. Nolan’ın üçlemesinin hala çok yeni hissettirmesi bir yana onun üzerine Ben Affleck’in Batman’ini, Gotham dizisini, hatta bir de Lego Batman filmi izledik… Bunun yanı sıra daha önce hiçbir filmiyle radarıma girmemiş Matt Reeves, bende heyecan yaratan bir yönetmen değildi. Fakat Matt Reeves, dersine gerçek anlamda çok iyi çalışmış. Seyircinin Batman doygunluğunun ve Nolan üçlemesinin büyüklüğünün farkında olarak aynı şeyleri yeniden anlatmak yerine bambaşka bir film ortaya koymuş. Çok doğru tercihlerle artık hepimizin ezberlediği doğuş hikayesini es geçmiş, Nolan üçlemesinde yer bulamayan ya da çok az bulan Falcone, Riddler, Penguen gibi karakterlere odaklanmış. Hikayenin merkezine bir dedektiflik olayı yerleştirerek, Batman’in yakın dönemde izlemediğimiz farklı yönünü gün yüzüne çıkarmış. Hepsinden önemlisi de tek başına anlam taşıyan, doğru mesajlar veren bir film ortaya koymuş…

The Batman’in en başarılı olduğu nokta ise yarattığı Gotham atmosferi. Daha önce büyük bütçeli ve görsel efektleriyle öne çıkan filmlerde çalışmaya alışkın olan Matt Reeves, Gotham’ın karanlığını tam olması gerektiği şekilde aktarmayı başarmış. Dune ile geçtiğimiz gün Oscar kazanan Greig Fraser, bana göre oradaki başarısının da üzerine çıkarak görsel gücü doruklarda bir işe imza atmış… Michael Giacchino imzalı müzikler de olağanüstüydü ve filmin atmosferinde önemli pay sahibiydi…

Benzer efsanevi karakterlerde olduğu gibi her yeni Batman seçimi de pek çok tartışmayı beraberinde getiriyor. Robert Pattinson’ın Batman olacağının duyurulmasıyla da kaçınılmaz şekilde tartışmalar alevlenmişti. Her ne kadar son dönemdeki muhteşem yükseliş grafiği Pattinson’ın oyunculuk yetenekleri hakkındaki şüpheleri silse de pek sevilebilir biri olmayışı ve önceki filmlerinin neredeyse hiçbirini sevememiş olmam benim için ciddi soru işareti sebebiydi. Fakat Pattinson’ın performansı şüpheleri sildi, kariyerinin en iyi performansı olup olmadığı tartışılır ama benim en çok sevdiğim performansı olduğu kesin…

Filmin yardımcı oyuncu kadrosundan Zoe Kravitz, Selina rolünde ciddi süre almış ve bence karaktere oldukça yakışmış. Hemen her rolde parlayan Paul Dano, bulduğu fırsatı yine çok iyi değerlendirmiş. Colin Farrell ise Penguen rolünde adeta tanınmaz hale gelmiş. Öyle ki film boyunca karakteri kimin oynadığını gerçekten çıkaramadım ve film bittikten sonra öğrendiğimde şaşkınlığa uğradım… Falcone rolündeki John Turturro da bir başka çok iyi seçim olmuş. Gordon rolünde Jeffrey Wright nötr baktığım bir seçim olurken, Andy Serkis pek doğru bir Alfred seçimi olmamış…

Üç saate yakın süresiyle bugüne kadarki en uzun Batman filmi olan The Batman, bu özelliğiyle izleyiciyi biraz zorluyor olsa da süresini hak eden bir film. Hemen her şeyi doğru yapan, aynı şeyleri tekrarlamak yerine yeni hikayeler anlatıp bunları olağanüstü teknik başarıyla güçlendiren bir film. Her ne kadar yeni serinin başlangıcı için heyecan duymayıp sinemaya gitmeyi birkaç hafta ertelemiş olsam da bir sonraki filmde aksilik olmaması halinde ilk haftadan sinema yolculuğu planım hazır…

The Batman

8

Puan

8.0/10