2020 film sezonuna son noktayı koyacağım gün giderek yaklaşırken sezon kapsamında izleyip yazdığım 100. film, bugüne dek küçük kitlelere ulaşmış filmlere sahip Kıbrıs doğumlu yönetmen Chad Hartigan’ın en yeni filmi “Little Fish” oldu. Hem Olivia Cooke hayranlığım, hem türü ve aldığı yorumlarla seveceğime garanti gözüyle baktığım film, ne yazık ki pozitif yönlerine karşın beklediğim kadar çok sevemediğim bir yapım oldu…

Emma (Olivia Cooke), genç bir veteriner iken Jude (Jack O’Connell) ise şimdilerde fotoğrafçılık yapan eski bir müzisyendir. İkili ilk görüşte aşk yaşayıp mutlu bir birlikteliğe başlar. Her şey çok yolunda giderken küresel bir pandemi patlak verir. İnsanların hafızalarını hedef alan ve hafızalarını yavaş yavaş kaybetmelerine yol açan bu korkunç pandemi, çiftimizin ilişkisi için çok ciddi bir sınav niteliğinde olacaktır…

Little Fish, biraz günümüzde klasik halini alan 2004 yapımı Eternal Sunshine of the Spotless Mind’ı anımsatsa da son derece özgün konulu bir romantik bilim-kurgu. Yalnız bilim-kurgu demem çok da heyecan yaratmasın pandeminin film içerisindeki etkinliği veya derinliğinin oldukça düşük seviyelerde olduğu söylenebilir. Bunun yerine film, çiftin ilişkilerine ve hafıza kaybının etkilerine odaklanıyor. Yalnız bunu çok da etkili yollarla yaptığı söylenemez. Evet, başarılı görüntü yönetmenliği ve yüksek oyunculuk performansının da etkisiyle ilgi çektiği anlar var ancak genel olarak konu hem diğer hafıza kaybı hikayelerinden ciddi bir fark koyamıyor, hem de fazla dağınık aktarılıyor hissiyatı yaratıyor. Ta ki muhteşem finaline dek… Elbette tat kaçırıcı bilgi vermeyeceğim ancak filmin çok güçlü bir finali olduğunu, yılın en “akılda kalıcı” finallerinden biri olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim…

Filmin başrol oyuncularının her ikisi de çok başarılı bir performans sergiliyor. İlk kez Bates Motel dizisinde izlediğim Olivia Cooke, o günden beri hayranlık duyup mümkün oldukça yer aldığı her yapımı izlemeye çalıştığım bir oyuncu. Neredeyse her seferinde de güçlü oyunculuğuyla yeniden etkilemeyi başarıyor. Unbroken, Starred Up gibi filmlerdeki performanslarıyla çok parlak bir 2014 geçiren Jack O’Connell da buradaki iyi performansıyla tekrar kendisini hatırlatma şansı bulmuş. Gerçi filmin şu ana dek küçük kitlelerle sınırlı kaldığını düşünecek olursak çok kişiye de hatırlatabileceği söylenemez ya neyse… Öte yandan filmde bu iki oyuncunun dışında neredeyse kimseye hiç iş düşmemesi de filmin eksilerinden olmuş. Belki en azından 1-2 etkin yan karakter oluşturulabilse seyir zevki açısından da daha zengin bir iş çıkarılabilirmiş…

Uzun lafın kısası Little Fish, konusunun vaat ettiği özgünlüğe karşın diğer hafıza temalı işlere benzerliğinden ötürü izlerken çok keyif alamadığım bir yapım oldu. Görüntü yönetimini ve oyunculuklarını başarılı bulmama karşın ağır temposu pek bana hitap edemedi. Fakat filmin öyle harika bir finali var ki bir an ekran karşısında dondurup filmin geride kalan kısmının değerini de bir anda arttırıyor. Günün birinde ikinci kez izler miyim bilmiyorum ancak izlersem ve ikinci sefer izlediğimde sonunu “hatırlayabiliyor isem” daha çok sevebileceğime inanıyorum…

Little Fish

5.5

Puan

5.5/10