Yayın hayatına 2007 yılında İspanyol Antena 3 kanalında başlayan La Casa de Papel, Netflix’in devreye girmesiyle birlikte uluslararası bir fenomene dönüştü. Aslında ilk iki sezonuyla (hatta iki kısımlık tek sezonuyla) normal finalini yapan ve bununla nihayetlendirilmesi gereken dizi, Netflix’in uluslararası pazardaki en büyük kozlarından birine dönüşünce platformun daha fazlasını isteme hırsının kurbanı oldu. Her ne kadar çok zorlama olsa da hiç fena olmayan üçüncü sezonun ardından artık suyunun suyu sunuluyormuş gibi hissettiren dördüncü sezon geldi, geçtiğimiz haftalarda iki parça halinde yayınlanan beşinci ve final sezonu ise artık suyunun suyunun suyu niteliğindeydi…
İspanyol tarihinin en büyük soygununa kalkışarak ülke darphanesine giren bir soygun çetesinin maceralarını ele alan dizi, üçüncü sezonda hikayesini sıfırlayarak aynı yola ikinci kez girmişti. Son derece zorlama bir şekilde başlayan bu ikinci sefer, işin aksiyon kanadının iyi işletilmesi sayesinde şaşırtıcı şekilde iyi başlamıştı…
Dördüncü sezon ise dizinin tepetaklak yuvarlanmaya başlamaya başlamasına tanıklık etmeye başladık. Öyle ki dizinin ana konusu tamamen tükendiği gibi karakterlere dair yan hikayeler de tamamen tükenmişti, ilk sezonlarda izlediğimiz zeka kokan aksiyon planlarından eser kalmamıştı. Bunun yerini umurumuzda olmayan flashbackler ve anlamsız aşk üçgenleri almıştı…
Beşinci sezonun aslında dördüncü sezondan net bir farklılığının olduğunu söylemek zor. Hemen her şey aynı sezonun devamı niteliğindeydi. Fakat zaten kötü giden bir sezonun devamı ister istemez süre aktıkça daha da kötü hissettirmeye başladı. Senaristlerin ellerindeki kaynaklar o kadar tükenmiş ki özellikle bankadaki sahneler artık sanki doğaçlamaymışçasına basitti. Bir yandan son derece hayati aksiyon olayları yaşanırken diğer yandan özellikle Denver ve Stockholm karakterlerinin ilgi çekici olmaktan aşk hikayelerinin sunulması izleyiciyle dalga geçmekten başka bir şey değildi…
Final sezonunun fena sayılmayacak anlarında yine Profesör (Alvaro Morte) ve Alicia (Najwa Nimri) vardı. İkilinin yer aldığı aksiyon sahneleri sezonun en iyi anlarını oluşturdu. Berlin’in (Pedro Alonso) ısrarla hikayede tutulmaya çalışmasına karşı olsam da oğlu Rafael (Patrick Criado) üzerinden gelen konunun vardığı noktanın da aksiyon açısından hiç fena nihayetlenmediğini itiraf etmek durumundayım…
İlk soygunun ardından final yapsa belli bir kesim için efsane statüsünde kalabilecek, soygun dizileri arasında adı hep en üstlerde anılacak La Casa de Papel, ne yazık ki son iki sezonuyla kendi değerini çok düşürdü. Oldukça yanlış mesajlar taşıyan finali de bu düşüşü perçinleştirdi. Elbette dizinin özgün yanları ve pozitif yanları hatırlanmaya devam edecek olsa da keşke daha fazla para uğruna buna izin verilmeseydi. Tüm bu La Casa de Papel deneyimi, benim için aşırı popüler dizilerin tamamen ticari unsurlar olduğuna ve düşüşe geçtikleri anda bırakmanın doğru olabileceğine yönelik güncel hatırlatma niteliğindeydi. Hala diziyi izlememiş ve izlemeyi düşünen varsa ilk iki sezonun ardından terk etmelerini öneririm…