Netflix’te gösterime giren yeni Fransız filmi Oxygen, son günlerdeki sinema gündeminin en üst sırasına yerleşmeyi başardı. Kendine has bir kitlesi olsa da bugüne dek hiçbir filmiyle radarıma giremeyen Fransız yönetmen Alexandre Aja yönetmenliğindeki film, tek mekan filmi oluşuyla ve izleyiciyi ikiye bölen tepkileriyle benim de ilgimi çekmeyi bildi…
Bilinmeyen bir zamanda, bilinmeyen bir mekanda ana karakterimiz Liz (Mélanie Laurent) ile birlikte bir kapsülün içerisinde uyanıyoruz. Son teknolojiyle donatılmış bu kapsülde Liz, kendisinin kim olduğunu dahi hatırlamıyor. Biz de Liz ile birlikte küçücük kapsülün içerisinde neler olup bittiğini anlamaya çalışıyoruz…
Oxygen, tek mekan filmleri sevenlerin bile izlemeden önce iki kez düşünmesi gereken zor bir film. Özellikle filmin geçtiği tek mekanın çok dar bir alan olması klostrofobik kişiler için bir hayli sıkıntılı bir durum olsa gerek. Klostrofobi endişeniz yok ise ve yavaş ilerleyen özgün bir bilim kurgu izlemeye hazırsanız Oxygen sizi memnun edebilecek düzeyde bir film. Filmin ortaya çıkış fikrini ve senaryonun içerisine yerleştirmiş olduğu detayların pek çoğunu sevdim. Buna karşın filmin 1 saat 40 dakikayı hak edecek kadar dolu bir senaryoya sahip olduğunu da düşünmüyorum. Özellikle orta kısımlarda film, çok tekrara düşüyor ve zaten zorlu bir mekan faktörü varken senaryo da yormaya başlıyor. Başroldeki Mélanie Laurent’in oldukça iyi performansı bile kurtarmaya yetmiyor. 40-50 dakikalık çok iyi bir Black Mirror bölümü olabilecekken bu haliyle vasatı geçmekte zorlanan bir film olarak karşımıza çıkıyor…
Anlayacağınız Oxygen, çıkış fikrini sevmeme karşın uygulamasını pek sevemediğim bir film oldu. Yine de izlediğime pişman olmadım, özgün bilim-kurgu arayışındakilerin de şans vermelerini önerebilirim. Eğer izleyecekseniz filmle ilgili minimum düzeyde bilgi edinmelisiniz, öğreneceğiz en ufak bir tat kaçırıcı bilgi bütün seyir zevkinizi öldürebilir…