Dexter: Original Sin – 1. Sezon

2006-2013 yılları arasında yayınlanan Dexter, televizyon tarihinin en iyileri arasında gördüğüm eşsiz bir eser. Yabancı dizilerle ilk tanıştığım yıllarda ilk izlediğim dizilerden biriydi Dexter ve dönemin en popüler dizilerinin de ön sıralarında geliyordu. Ne var ki dizinin bitiminden sonra etrafta pek adını görmez olmuştuk, hem kendisi hem oyuncuları ortalardan kaybolmuştu… Bu durumu değiştirmeye başlayan ise 2021’in son demlerinde yayınlanan yeni mini dizi Dexter: New Blood oldu. Her ne kadar yeni mini dizinin seveni kadar sevmeyeni de olsa da (ben çok sevenlerdendim) dizinin reyting başarısı yapımcıların iştahını kabartmaya yetti ve iki yeni dizinin yeşil ışığı yakıldı. İşte onlardan biri sevilen seri katilimizin gençliğine odaklanan “Dexter: Original Sin”… Hikayemiz Dexter Morgan’ın Miami Metro Polis Departmanı’na ilk adımını atıp adli tıp işlerine girişiyle başlıyor. Orada saygın bir dedektif olan babası Harry Morgan’ın gönülsüz olduğu bu giriş, baba oğulun yıllardır çalıştığı şeylerin de hayata geçmesini tetikliyor… Sanırım Dexter evreninden çıkacak her şeyi sevmeye dünden hazırım. Dexter: Original Sin’i de ilk bölümden itibaren çok sevdim. Harry Morgan rolündeki Christian Slater’ı hariç tutacak olursam oyunculuk kalitesi orijinal serinin birkaç tık altında, fakat oyuncuları karakterlerin gençliklerine benzetme konusunda neredeyse The Crown cast ekibiyle yarışır bir başarı söz konusu. Michael C. Hall’un sesinin de sık sık aramıza katılması dizinin gerçek hissiyatının yansımasında büyük rol oynuyor. Keza orijinal diziye benzer jenerik ve müzikler de… Baştan sona heyecan dolu, hem nostaljik hisler yaşatan hem de yeni tatlar sunan üst seviye bir iş Dexter: Original Sin. Şu günlerde ortalığı kasıp kavuran Dexter: Resurrection’ı izleyip yazmak için de sabırsızlanıyorum…

Dexter: Original Sin 1. Sezon
9.0

İlk ve Son – 2. Sezon

Bugünlerde HBO Max’e dönüşen BluTV’nin 2021’de başlayan ilişki draması İlk ve Son, uzun bir aranın ardından geçtiğimiz yılın sonlarında ikinci sezonuyla ekranlara döndü. En başından planlandığı üzere farklı karakterler, farklı oyuncular ve yepyeni bir hikayeyle geri dönen dizi bununla birlikte temel işleyiş şeklini korumuş. Aslında iki sezonun işlediği temaların da belli bir ölçüde kesiştiği söylenebilir. Yine diziye karakterlerimizin tanışma hikayeleriyle başlıyoruz, fakat aynı zamanda bu ilişkinin sonu kötü biten çok problemli bir evliliğe dönüşeceğini anlıyoruz. Her bölüm bir ileriden, bir geriden bir şeyler öğrenerek parçaları zaman içerisinde birleştiriyoruz… Dizinin aslında keyifli bir işleyiş tarzı var ama ele aldığı konuların çok ağır olması zaman zaman izleyiciyi bunaltıyor. Bölüm sayısının az olmasına karşın bölüm sürelerinin uzun olması zaman zaman zorlayıcı bir diğer faktör. Bu sezonu benim için ekstra zorlaştıran ise Ulaş Tuna Astepe’nin canlandırdığı karakterle hiç empati kuramayıp neredeyse baştan sona kendisini haksız bulmam oldu. Kendisini ilk kez izlediğimden oyunculuğuna çok yorum yapamayacağım ama izlemesi zor bir performanstı, sanırım uzun süre karşıma çıkmamasını temenni edeceğim. Hazal Subaşı ise beni dizide tutmayı başaran temel unsurdu. Serhat Kılıç, Sarp Levendoğlu, Serdar Orçin gibi konuklar da sezona renk katmışlar… Uzun lafın kısası İlk ve Son’un ikinci sezonu da kaliteli bir ilişki draması ama hem seyir zevki olarak hem de karakter motivasyonları olarak bazı sorunları nedeniyle ben ilki kadar çok sevgi duyamadım…

İlk ve Son 2. Sezon
7.4

The White Lotus – 3. Sezon

HBO’nun uzun soluklu hale dönüşmeye başlayan ödül canavarı antoloji dizisi The White Lotus, uzun bir aranın ardından üçüncü sezonuyla geri döndü. Yine yepyeni karakterler ve oyuncularla, benzer konsepte sahip dizide pek çok farklı olay örgüsünü bir arada izledik. Her zamanki zengin olan kadronun bu sezon öne çıkan isimleri arasında Walton Goggings, Oscar Isaacs, Carrie Coon, Aimee Lou Wood, Sam Rockwell vardı… The White Lotus’un kendine has havasını seviyorum. İzole dünyadaki tatil atmosferi, egzotik mekanlar ve onu pekiştiren müzikler, her an bir şey olacakmış gerilimi olup aslında pek bir şey olmaması ama yine de izlemesinin büyük ölçüde keyifli oluşu diziyi ayrı bir yere koymayı sağlıyor. Üçüncü sezonun da ilk ikisinden pek bir farkı yok. Ne olumlu ne de olumsuz anlamda. Yine yer yer sıkılsam da dizinin verebileceklerini artık daha iyi bildiğim için büyük oranda keyif almayı bildim. Dördüncü sezon da gelecekmiş ki hiçbir itirazım yok…

The White Lotus 3. Sezon
7.6

Frasier – 2. Sezon

1993-2004 yılları arasında yayınlanıp sitcomların altın çağında Emmy ödüllerine ambargo koyan Frasier, günümüzde ne yazık ki aynı kulvardaki rakiplerinin çok altında bir popülerliğe sahip. Hele Türkiye için konuşacak olursak galiba henüz diziyi izlemiş birine denk gelmedim bile. Bu ortamda Kelsey Grammer’ın büyük çabasıyla yeniden hayata geçen devam dizisi için sevinçliydim, eski dizinin de popülerliğini arttıracağını umduğum için. Fakat işler pek de beklediğim gibi gelişmedi. Paramount+’ta ekrana gelen dizi, hiçbir yerde yeterince ilgi görmedi. Gerçeği kabul etmek gerekirse yeni dizi ilk sezonuyla, orijinalinin çok altındaydı ama yine de sitcomların ölmek üzere olduğu şu günler için bu seviye bile çok iyiydi. İkinci sezonda da değişen pek bir şey yok. Peri Gilpin’in (Roz) konukluğu sıklaştırmasının orijinal diziyle bağlarını kuvvetlendirmesi pozitif olsa da diğer karakterlerin beklenen düzeyde gelişmeyişi durumu dengede tutmuş. Yine de ben 3-5 sezon daha devam etmesini isterdim yeni nesil Frasier’ın ama görünen o ki bu bir veda sezonuydu. Keşke endüstri Kelsey Grammer’a biraz daha sahip çıksa ve her şey çok daha farklı gelişseydi…

Frasier (2023) 2. Sezon
8.0