Blogda yazmaya 2014’ün son aylarında başlamış olmam nedeniyle elde pek çok yazılmayı bekleyen 2014 filmi vardı. Bu filmlerden bazılarına vakit ayırıp uzun uzun yazabildim, bazılarına ise “Kısa Kısa 2014 Filmleri” serisinde yer verdim. Serinin onuncu yazısında yer vereceğim filmler ise aslında uzun uzun yazmak istediğim, fakat bir türlü elimdeki filmleri azaltamayışım yüzünden bugünlere kadar ertelemek zorunda kaldığım filmler. İlerleyen yıllarda bu tip durumların yaşanmaması için çalışacağım ama istemeyerek de olsa kısa kısa geçiştirmek zorundayım bu filmleri. Bu yazıyı “Kısa Kısa 2014 Filmleri” serisinin Best Of’u olarak da düşünebilirsiniz.
Bu arada onuncu yazı sonuncu olabilir demiştim ama muhtemelen son bir yazı daha gelecek. Çünkü yine 5 tane izlediğim film birikti, 3 tane daha izleyip sezonu kapatacağım ama hepsini uzun uzun yazmama imkanım yok. Daha fazla uzatmadan filmlere geçelim…
The Lego Movie
Hepimizin çocukluğunda bir şekilde yer alan legolar hayatımızda yer bulmaya devam ediyorlar. Bilgisayar oyunu olarak dijital dünyaya adım atan legolar sonunda sinemaya da adım attılar. Film gişede harikalar yaratınca hem devam filmi, hem de filmin içerisindeki Batman karakterine spin-off filmi şimdiden kesinleşti.
The Lego Movie, genel anlamda oldukça sevimli ve eğlenceli bir film. Sıradan bir işçi lego olan karakterimizin özel ve önemli biri olduğuna inanılmasıyla gelişen maceralarda Batman’den C-3PO’ya Gandalf’tan Abraham Lincoln’e kadar değişik figürlere de rastlamak mümkün. Gel gelelim pek çok animasyonun sorunu olan aksiyona boğulma olayı maalesef The Lego Movie’de de mevcut ve maceralar yer yer izleyiciyi yoruyor.
Filmin en önemli artılarından biri şüphesiz Oscar adayı olan “Everything Is Awesome” şarkısıydı. Şarkının çıktığı her anda filmin verdiği coşku birkaç katına çıktı. Filmin sürpriz de bir sonu var ama bu son mantıklı mıydı ya da gerekli miydi şüphelerim var.
Sonuç olarak The Lego Movie iyi bir animasyon ve bence en azından Oscar adaylığını hak ediyordu. Fakat fazla abartılmasının da pek bir anlamı yok.
7/10
Sin City: Dame to Kill For
Çok sevdiğim filmlerden biri olan 2005 yapımı Sin City’nin devam filmi çok uzun bekleyişin ardından bu yıl nihayet yayınlandı. 2014’ün en çok beklediğim filmleri diye bir liste yapsaydım muhtemelen o listenin en üst sıralarında hatta belki de zirvesinde Sin City’nin devam filmi olan A Dame to Kill For yer alabilirdi. Fakat ne yazık ki film epey vasat eleştiriler aldı ve yıl sonuna gelmeden film resmen unutuldu. Kimsenin filmden bahsettiği yok.
Benim de beklentilerim kötü eleştiriler sonrası ister istemez düştü ve hatta merakla beklediğim filmi izleyebileceğim zamandan baya sonra izledim. Sonuç olarak Sin City havasını, tarzını taşıdığından dolayı yine beğendim beğenmesine ama ilk filmin çok altında olduğu ve o açıdan ciddi bir hayal kırıklığı olduğu da kesin.
İlk filmde olan Marv, Nancy gibi karakterleri yeniden görmek güzeldi. Fakat ikinci filmin en çok öne çıkan ismi tüm çıplaklığıyla sergilediği performansıyla Eva Green olmuş. Sin City’nin atmosferi için bence tam isabet bir seçim olmuş Eva Green. Fakat filmin sorunu ne yazık ki senaryonun ilkinin epey altında kalmış olması. Sin City hayranları yine tahmin ediyorum ki benim gibi sevmişlerdir filmi ama Sin City hayranı olmayanlar için izlenmese de olur niteliğindeki bir devam filmi ne yazık ki Sin City: A Dame to Kill For…
7/10
The Immigrant
Aslında 2013 yapımı olan ve aynı yıl Cannes Film Festivalinde görücüye çıkan The Immigrant’ın buna karşın asıl izleyiciyle buluşması 2014’te oldu. Doğrusu film benim gözümden tamamen kaçmıştı ve izlemeyi aklımdan bile geçirmiyordum. Fakat Marion Cotillard’ın kazandığı ödüllerden bazılarında Two Days, One Night’a The Immigrant’ın da ortak olması nedeniyle film ilgimi çekti ve benim için yılın en güzel sürprizlerinden bir tanesine dönüştü.
1920’lerde kardeşiyle birlikte Polonya’dan Amerika’ya göçmek isteyen bir kadınla kardeşinin yolları, hasta kardeşinin karantina altına alınması sonrası ayrılır. Kardeşine kavuşmak isteyen kadının yolları biri kadın pazarlayıcısı, diğeri sihirbaz iki adamla kesişir…
The Immigrant’ın en büyük artısı şüphesiz Marion Cotillard’ın harika performansıydı. Bence bu yıl Oscar’a aday olduğu Two Days, One Night performansından da daha iyi bir performans sergilemiş Marion Cotillard. Cotillard’ın bu harika performansı bütün filmi izlenebilir kıldı. Gittikçe daha çok sevdiğim oyunculardan biri olan Joaquin Phoenix bu filmde sanki daha önceki rollerinin karması niteliğinde bir performansa imza atmış olsa da kendisini izlemekten yine keyif aldım. Jeremy Renner da kadronun bir diğer önemli ismiydi.
Filmin bazı noktalarda yeterince akıcı olmadığını ve senaryoda da ufak tefek problemlerin olduğunu kabul etmekle beraber The Immigrant’ın bu yılın gözden kaçan en iyi filmlerinden biri olduğuna inanıyorum.
7.5/10
Divergent
Blogdaki yazılarımı takip edenler “blockbuster” olarak tabir edilen gişe filmlerine fazlasıyla mesafeli olduğumu görmüşlerdir. Bu yılki bu türde büyük ilgi gören son X-Men filmini ve Guardians of the Galaxy’yi hiç beğenmediğim gibi Captain America , Thor gibi serilerden çoktan umudumu kesmiş durumdayım. Buna karşın zaman zaman sevdiğim “blockbuster” filmler de çıkmıyor değil. Bu yıl bu duruma iyi bir örnek Divergent ile geldi.
The Descendants’tan bu yana kariyerini ilgiyle takip ettiğim Shailene Woodley’yi meşhur edecek olması nedeniyle çok satan kitap serisinden uyarlanan bu projenin başarılı olmasını istiyordum. Her ne kadar film gişe açısından çok başarılı olsa da genel anlamda izleyiciden çok büyük beğeni alamamıştı. Bu durum benim de beklentimi düşürmüştü, fakat beklentimin epey üstünde bir filmle karşılaştım.
The Hunger Games ile sıklıkla karşılaştırılan filmin gerçekten The Hunger Games’e benzeyen ufak tefek yönleri var, fakat “çakma” yakıştırması yaptıracak kadar bir benzerlik kesinlikle yok. The Hunger Games’te aşk-meşk konularına fazlaca girilmesinin filmi amacından uzaklaştırdığını düşünmüştüm, bu filmde o durum pek yoktu.
Shailene Woodley bu seri için kesinlikle doğru bir seçim olmuş ve performansıyla filmi taşıyan isim durumunda. Ayrıca Woodley’nin 2013’te The Spectacular Now filminde birlikte oynadığı Miles Teller ve geride bıraktığımız yıl The Fault in Our Stars’ta birlikte oynadığı Ansel Elgort’un da kadroda yer alıyor olması ilgi çekici bir nokta.
Shailene Woodley hayranlığımdan mıdır bilinmez ama Divergent’ı ben gerçekten epey sevdim. Fakat serinin devamı için aynı heyecanı taşımadığımı da belirtmem lazım. Şimdiden dört filme uzaması kesinleşti Divergent’ın. Keşke bu tip filmleri uzatmayıp tadında bıraksalar ama tabii ceplerini doldurma derdindeki yapımcıların benim gibi izleyicilerin keşkelerini umursayacaklarını sanmıyorum…
7.5/10
Chef
2014’ün en güzel sürprizlerinden bir tanesi de oyuncu olarak Friends’teki konuk oyunculuğundan, yönetmen olarak ise Iron Man’den tanıdığım Jon Favreau’dan geldi.
Jon Favreau’nun hem yönettiği hem başrolü oynadığı Chef, insanın içini ısıtan sıcaklıktaki hoş bir yemek filmi. Bir restaurantta çalışan iyi bir şef olan Carl Casper’ın restauranttan ayrılması gerekir ve kendine yeni bir kariyer kurmaya başlar. Günümüz sosyal medyasının da önemli bir yere sahip olduğu filmde Carl Casper’ın en büyük yardımcılarından biri boşandığı eşinden olan küçük oğlu olur.
Filmde Jon Favreau’nun yanı sıra Sofia Vergara, Bobby Cannavale, Robert Downey Jr., Dustin Huffman ve Scarlett Johansson’dan oluşan zengin bir kadro var. Fakat Robert Downey Jr. için izlemeyi düşünen varsa kendisinin küçük bir rolü olduğunu belirtmem gerekir. Sanırım Iron Man’den gelen dostluk bu filmde Robert Downey Jr’un küçük de olsa bir rolde oynamasını sağlamış.
Sonuç olarak hiç kimsenin yıl sonu listelerinde yer bulamamış olsa bile Chef, 2014’teki en hoş filmlerden biriydi. Kendini iyi hissetmek isteyenler için bire bir, bence es geçmeyin…
7.5/10
Yorum Yazın