Başta Braveheart olmak üzere imzasını attığı filmlerle sinema dünyasının unutulmazları arasına giren Mel Gibson, buna karşın özel hayatındaki sorunlu kişiliği ve kontrolsüzce söylediği ırkçı ifadeleri nedeniyle uzunca bir süredir Hollywood’un istenmeyen adamlarından biri durumunda. 2006 yılından bu yana yeni film çekmeyen Mel Gibson sonunda suskunluğuna son verip 10 yıllık aranın ardından yeni filmi Hacksaw Ridge ile iddialı bir geri dönüş yaptı. İlk olarak Amerika’dan uzaklarda, Venedik’te gösterime girip övgüler alan film Amerika’da da gişede gayet iyi iş çıkardı ve Mel Gibson’ın yüzünü güldürdü.

Hacksaw Ridge, Amerikan sinemasının bitmek bilmeyen 2. Dünya Savaşı filmlerinin bir yenisi gibi gözükse de konu anlamıyla diğerlerinden ayrılmayı başarıyor. Hiç kimseyi vurmadan onur madalyası kazanan bir savaş kahramanı Desmond Doss’un gerçek hayat hikayesini anlatan film etkileyici konusuyla önemli mesajlar veriyor.

Film ilk olarak Desmond’ın küçüklüğüyle başlıyor ve Desmond’ın neden şiddet karşıtı olduğunun cevabını o anlardan anlamaya başlıyoruz. Daha sonra ise içerisinde derin dramlar bulunduran ağır konulu bir film olmasına karşın romantik komediden hallice bir bölüm bizi karşılıyor. Ciddiyetten ve biraz da gerçekçilikten uzak bu kısımlar bence eğlenceliydi ama filmin bütünlüğüyle örtüştüğü pek söylenemez. Desmond’ın askere alınmasıyla başlayan dönem ise aslında yine bir komedi filmi, bu kez askerlik komedisi şeklinde başlıyor. Çok uzun sürmeyen bu kısım bence izleyiciyi askeri birliğe alıştırmak, oradaki karakterleri tanıtmak için iyi bir yöntem. Neyse, daha sonra Desmond’ın silah karşıtlığı nedeniyle yaşadığı zorluklar falan derken Hacksaw Tepesinde başlayan asıl savaş kısmına geçiyoruz…

Hacksaw Ridge, bir insanın ülkesine hizmet etmek için illa silah tutup adam öldürmesi gerekmediğini göstermesi yönüyle önemli bir film. Bunun dışında belki filmin daha çok vurgulamak istediği konu ise inancın önemi. Belki meseleye gereğinden fazla dini yönü baskın şekilde bakılmış ama inanmanın, inandığı yolda hiç kimseye aldırmadan devam etmenin önemi filmin üzerinde durudğu dönemli konular arasında.

Filmin teknik yönden bakıldığında kusursuza yakın olduğunu söyleyebilmek mümkün. Savaş sahneleri gerçekten çok iyi çekilmiş ve özellikle bazıları uzun süre akıllarda kalacak cinsten. Oscar yönünden baktığımızda da filmin başta ses kurgusu olmak üzere kurgu, ses miksajı gibi kategorilerde ciddi şansının olabileceğini söyleyebiliriz.

hacksaw-ridge-2

Bu yılın en çok göz önünde olan yıldızlarından Andrew Garfield filmin başrolünde fena iş çıkarmamış. Gerçek bir savaş kahramanını, bazı anlarıyla gösterişli sayılabilecek bir şekilde oynamasıyla Oscar’a göz kırpıyor gibi gözüküyor. Lakin bazı anlardaki performansı bana kalırsa biraz sırıtmış ve bir film izlediğimizi hatırlatır cinsten, yapay olmuş. Özellikle komedi olarak nitelendirdiğim kısımlardaki durumun Oscar şansı açısından olumsuz olabileceğini düşünüyorum. Tabii Andrew Garfield’ı bir de Silence’ta başrol olarak izleyeceğiz ve o zaman Oscar şansı hakkında daha sağlıklı yorum yapabiliriz. Garfield dışındaki filmin kadrosunun genel olarak iyi iş çıkardığını söyleyebiliriz. Ben en çok baba rolündeki Hugo Weaving’in performansını beğendim, hatta filmin en iyi performansı olarak da nitelendirebilirim. Teresa Palmer’ın hem performansının daha iyi olması hem de karakterinin daha iyi yazılmış olması filmi daha da iyi bir noktaya taşıyabilirmiş.

Uzun lafın kısası Hacksaw Ridge, izlemeye değer başarılı bir savaş filmi. Hem anlatmak istediği önemli konular olan hem de işleyiş olarak diğer filmlerden ayrılan bir film. Özellikle ilk yarısıyla ciddiyetten fazla uzak olduğu ve komedi filmini andırdığı kabul edilebilir ama benim gibi cephe filmlerinden, sahnelerinden çok hoşlanmayan biri için bunun avantaj bile olabileceğini söyleyebilmek mümkün. Eğer Hollywood Mel Gibson’ı affetmeye gerçekten hazırsa Hacksaw Ridge, ödül sezonunda adından epey söz ettirebilir.

Hacksaw Ridge

8

Puan

8.0/10

Yorum Yazın

Email adresiniz yayınlanmayacak.