İngilizlerin televizyon dünyasına en büyük armağanlarından biri olan Black Mirror aslında ilk yayınlandığı dönem pek ses getirmeyen küçük bir dizi gibiydi. Fakat dizinin ünü kulaktan kulağa yayıldı ve özellikle Netflix’e transfer olmasıyla da birlikte geçtiğimiz günlerde yayınlanan üçüncü sezonu son dönemin en çok konuşulan olaylarından biri oldu. Ne var ki bana kalırsa dizinin İngiliz televizyonlarından Netflix’e geçişi epey sıkıntılı oldu ve 3. sezon diğer sezonların çok gerisinde kaldı…
Black Mirror, her bölümünü birbirinden ayrı kısa filmler gibi düşünebileceğimiz bir bilim-kurgu antolojisi. Dizide teknolojinin gelebileceği noktalar ve bu noktaların insan hayatını nasıl etkileyeceğine dair çıkarımlar görebilmek mümkün. Bu teknolojilerin çoğu zaman insan ufkunu açan orijinal şeyler olduğunu söyleyebiliriz ama Black Mirror teknolojiyi iyi bir şey olarak görmeyi reddederek onun zararlarını, tehlikelerini gözümüzün içine sokuyor.
Dizi, üçüncü sezonunda da ilk iki sezona benzer şekilde konular işlemeye devam etti fakat nedenini çözemediğim şekilde sezon içerisindeki neredeyse tüm bölümlerin işleyişlerinde ciddi sıkıntılar vardı. Sanki ilk iki sezon bir ekibin elinden çıkmış da bu sezon bambaşka bir ekiple yeniden çekilmişçesine bir farklılık hissettim. İlk iki sezon bölümlerini bayılarak izleyen ben bu sezon çoğu bölümü yer yer hayranlık içinde kalsam da genel olarak sıkıntıdan oflayıp poflayarak tamamladım. Her bölüm gereğinden fazla uzatılmış hissi uyandırdı.
Dedim ya Black Mirror’un her bölümü ayrı film gibi. O halde her bölüme de ayrı ayrı değinmek gerek. Bu arada önceki sezonlar 3’er bölümden oluşuyordu ama bu sezon bölüm sayısı 6’ya çıktı…
Sezonun “Nosedive” adındaki ilk bölümü aynı zamanda en iyi bölümüydü. İşleyişte bazı sıkıntıları olsa da sosyal medyada herkesin kendini beğendirmeye çalışması, takipçi kazanmaya çalışması iyi bir şekilde eleştirilmiş. Bu bölümün başarısındaki en büyük pay da bana kalırsa Bryce Dallas Howard’a ait. Oyuncunun harika performansının sezonun en iyi performansı olduğunu söylemek de gayet mümkün. Aslında Nosedive’i beğensem de başta önceki sezonların biraz altında bulmuştum ama hem üzerinden zaman geçince etkisi arttı hem de diğer bölümlerin zayıflığını gördükçe değerini daha iyi anladım…
Sezonun ikinci bölümü olan “Playtest” son günlerde epey gündemde olan VR teknolojisi yani arttırılmış gerçeklik teknolojisinin gelebileceği tehlikeli boyutlara değinmiş. Yine iyi bir yerden konu yakalanmış aslında ama bölümün haddinden çok fazla uzatılması değerini düşürmüş. Ayrıca başroldeki Wyatt Russell’ın iticilikte sınır tanımayan tavırları da bölümü çok sevmeme engel oldu.
Üçüncü bölüm “Shut Up and Dance” bilgisayar kameralarına paranoya başlatmaya yönelik bir bölüm olmuş. Özellikle gerilim açısından elinde çok iyi malzeme olmasına karşın konuyu pek iyi kullanamamışlar. Hem yeterince geirlim verememişler, hem gereğinden çok uzatmışlar hem de sonuca iyi bir şekilde bağlayamamışlar. Alex Lawther ve Game of Thrones’tan tanıdığımız Jerome Flynn ise hiç fena iş çıkarmamışlar.
Sezonun en özel bölümlerinden biri dördüncü bölüm olan “San Junipero” idi. Son dönemin gözde siyahi gençlerinden Gugu Mbatha-Raw ve Mackenzie Davis’in başrolünde olduğu bölüm yarattığı retro havası, başarılı müzikleriyle beğenimi kazandı. Üstelik bölümün sonsuzluğa yolculuk teması da harika bir düşünceydi ama ne var ki senaryo o kadar zayıf yazılmış ki tüm bu iyi şeyleri ne yazık ki silmiş. Güzelim konu ve prodüksiyon heba olmuş adeta…
Beşinci bölüm olan “Men Against Fire” sezonun en az beğenilen bölümü oldu ki ben nefret ettim. Mutantlarla askerlerin savaşı gibi hiç ilgimi çekmeyen bir konusu vardı ve bence Black Mirror’a yakışmayan bir bölümdü. Zar zor tamamladım ve üzerinde konuşacak dahi bir şey göremiyorum.
Sezon finali olan “Hated in the Nation” ise yine iyi konuyu kötü işleyen üçüncü sınıf aksiyon filmlerine dönen ortalama bir bölümdü. Bölümün genel olarak beğenilmesini iyi bir konusu olmasını ve günümüzdeki sosyal medyada nefret söylemlerinde bulunmanın, bir kişiyi linç etmenin kolaylığına ve yanlışlığına değinmesine bağlıyorum. 1.5 saatlik süresiyle sinema filmine eş değer tutabileceğimiz bir bölüm için sinematik açıdan her şey çok vasattı. Boardwalk Empire’dan tanıdığımız Kelly Macdonald’ın aksanlı konuşması dahi bölümü kurtaramamış.
Uzun lafın kısası Black Mirror’un televizyon dünyasında özel bir yeri olduğunu ve çok önemli bir misyonu üstlendiğini kabul ediyorum. Fakat ne yazık ki bu sezon iyi fikirlerin kötü işlenme sezonu olmuş. Dizinin Netflix’e geçmesi maalesef olumsuz olarak yansımış diziye. Pek çok bölüm iyi düşünceler üzerine kurulmasına karşın vasat bir şekilde işlenmiş ve heba olmuş. Yine de bu sezonun önceki sezonlara oranla vasatlığı diziye soğuk bakmaya neden olmamalı. Dördüncü sezonu da hevesle bekliyor olacağım…
Yorum Yazın