Televizyon dünyasında sıklıkla karşımıza çıkan spin-off dizilerin başarıyla sonuçlandığı ise pek nadirdir. Hele söz konusu Breaking Bad gibi ben dahil pek çok kişiye göre gelmiş geçmiş en iyi dizi ise spin-off için başarı çıtasının göklerde olduğunu söylemek mümkün. Tabii bu kadar büyük beklenti hem avantaj hem dezavantaj. Kucaklamaya hazır kitlesinin olması güzel olsa da yüksek beklentileri karşılamak hiç kolay değil. Fakat Breaking Bad’in ve Better Call Saul’un arkasındaki bir numaralı isim olan Vince Gilligan zeki bir adam ve bu durumu nasıl yönetmesi gerektiğinin gayet farkında…

Better Call Saul, Jimmy McGill’in Breaking Bad’in sevilen avukatı Saul Goodman’a dönüşüm sürecini anlatan bir prequel niteliğinde. Dizi aslında bir yandan Breaking Bad’den bağımsızmışçasına ilerliyor, diğer yandan ise Breaking Bad’den gelen karakterleri hikayenin içerisine yedirerek biz Breaking Bad hayranlarını mest ediyor. Tabii bunu yaparken hiç aceleci davranmıyor hatta aksine Breaking Bad karakterlerine muhtaç olmadıklarını haykırmak istercesine olayları ağırdan almayı tercih ediyor. Geride bıraktığımız üçüncü sezon ise sezon öncesinde beni önceki sezonlara göre çok daha fazla heyecanlandıran bir sezondu. Bunun da sebebi elbette Breaking Bad’in efsanevi karakterlerinden Gus Fring’in olaylara dahil olacağının müjdesinin verilmesiydi. Gus Fring’in Better Call Saul’a katacaklarından çok ümitliydim ama ne yazık ki umduğumun aksine üçüncü sezonda dizi önceki sezonlara göre yükselmek yerine düşüşe geçti…

Dizinin ikinci sezonuna Jimmy ve huysuz abisi Chuck’ın arasındaki ilişki damgasını vurmuştu. Bu sezona da ikili arasındaki iyice gerilen ilişkiyle başladık. Amaçları uğruna her türlü sahtekarlığı yapma potansiyeline sahip Jimmy ve doğrularından asla şaşmayıp Jimmy’den de aynısını bekleyen Chuck arasındaki gerilimin sonu mahkeme salonlarına kadar taşındı ki tamamen mahkeme sahnelerinden oluşan beşinci bölümün üçüncü sezonun zirvesi olduğunu rahatlıkla söylemek mümkün. Her ne kadar idealistliği, doğrudan şaşmazlığı takdire şayan olsa da Chuck’ın kardeşine karşı sevgi beslememesi ve Jimmy’nin kendisine karşı olan iyi tutumunu hiçe sayması seyirci gözünde Chuck’ı adeta bir Skyler White seviyesinde kötü karaktere çevirdi. Chuck ile ilgili olayların kendini tekrarlayan bir hale gelmesi ise sıkıntı olmaya başladı. Her ne kadar Michael McKean’in son derece başarılı oyunculuk performansının hakkını teslim etmek gerekiyor olsa da Chuck karakteri iyice tahammül sınırlarını zorlar hale geldi… Öte yandan Jimmy’nin avukatlıktan uzak kaldığı süreçte el attığı yeni iş alanı ise gayet ilgi çekiciydi.

Better Call Saul’un Breaking Bad ile ilgili olan bağlantıları bu yıl da daha önceleri olduğu gibi daha çok  Mike Ehrmantraut tarafından sağlandı. Tabii olaylara bu kez biraz önce de bahsettiğim Gus Fring de dahil oldu. Gus Fring ile birlikte pek çok Breaking Bad yan karakterini de ilk kez bu sezon içerisinde dizide görür olduk. Fakat benim dizinin bu kısmıyla ilgili beklentilerim bu sezon için çok daha yüksekti. Mike’ın etkinliği önceki sezonlara nazaran daha düşüktü. Gus Fring de dizide beklediğim etkiyi henüz yapmadı ve genel olarak pasif bir görüntü çizdi. Belki sezon finalindeki gelişmeler sonrası gelecek sezon çok daha etkin olduğunu görmek mümkün olabilir.

Saydığım bazı olumsuzlukları olsa da Better Call Saul hala ekranların en izlenesi, en kaliteli yapımlarından biri. Muhteşem yönetmenliği, kurgusu televizyon standartlarının çok üzerinde. Bazı çekimler öyle başarılı ki diyalogsuz kısımları bile soluksuz bir şekilde izletmeye devam ediyor. Fakat artık dizinin senaryo kısmının biraz daha hızlı ilerlemesi gerekiyor. Breaking Bad 4. sezonda temposunu arşa çıkarmış ve ardından 5. sezonla muhteşem bir final yapmıştı. Umarım Better Call Saul için de benzer bir planlama yapılmıştır ve dizi gelecek sezondan itibaren yeniden yükselişe geçerek zirvede sonlandırmayı başarabilir.

Better Call Saul 3. Sezon

8.3

Puan

8.3/10

Yorum Yazın

Email adresiniz yayınlanmayacak.