Yönetmenliğini yaptığı ilk sinema filmi Ex Machina ile son yılların en başarılı bilim-kurgu işlerinden birine imza atan Alex Garland, üç yıllık bir aranın ardından Jeff VanderMeer’in Southern Üçlemesi kitap serisinden uyarlanan oldukça iddialı bir bilim-kurguyla geri döndü. Gerek konusu, gerek oyuncu kadrosu, gerekse yönetmenin ilk filminin başarısı nedeniyle büyük beklenti yaratan Annihilation, ABD dışındaki ülkelerde vizyonu es geçerek Netflix aracılığıyla gündemimize oturdu. Netflix’in bugüne kadarki en iddialı yapımlarından biri gibi olsa da ne yazık ki Annihilation oldukça yüksek beklentilerimi tam anlamıyla karşılayamayan bir film çıktı…
Başlar başlamaz bilinmezliğin ortasında kendimizi bulduğumuz filmin merkezinde başarılı bir biyolog Lena (Natalie Portman) yer alıyor. Sonra yavaş yavaş dünyada “parıltı” denilen gizemli bir bölge bulunduğunu ve Lena’nın eşi Kane’in (Oscar Isaac) bu bölgeye gidip gittiği haliyle olmasa da buradan geri dönen tek kişi olduğunu öğreniyoruz. Bölgeye giden kişilerin geri dönemeyişleriyle ilgili iki teori mevcuttur. Ya gizemli bir varlık oradaki herkesi öldürüyordur ya da gidenler orada delirerek birbirlerini öldürüyorlardır… İlk olarak sadece erkek askerlerin gönderildiği bu bölge için bu kez değişik bir strateji izlenecektir ve kadınlardan oluşan bir ekip gönderilecektir. Ekip, farklı bilim dallarından 5 kadından kuruluyor. Ekipteki kadınların bir diğer ortak noktası da kaybedecek pek bir şeyleri olmamasıdır. Tabii ki bu ekibin üyelerinden biri de ana karakterimiz Lena olacaktır. Lena’nın bu yolculukta motivasyonu eşinin başına gelenlere olan merakıdır…
Annihilation her ne kadar Alien serisiyle, Arrival ile uzaktan akrabalıkları varmış gibi olsa da benzerine pek rastlamadığımız özgün bir bilim-kurgu. Filmi değerli kılan en önemli unsur ise hikayesinden ziyade hikayeyi anlatırken kullandığı görsel dil. Özellikle parıltı bölgesi ve bölgenin kendine has özellikleri filmin ilgi çekiciliğini arttırmış. Alex Garland’ın ilk filmi Ex Machina’da da çalıştığı görüntü yönetmeni Rob Hardy, muhtemelen bu filmden sonra karşımıza daha sık çıkacak. Filmin müzik tercihleri de bir Arrival mükemmelliğinde olmasa da gayet başarılı.
Merak unsuru üzerine kurulan ve en başından beri bilinmezliği vurgulayan Annihilation, her izleyiciyi kolayca yakalayabilecek bir film değil. Zaten vizyonda gösterim yerine Netflix tercihleri de bununla ilgili. Belki aksiyon izleyicisinin de hoşuna gidebilecek sahneler mevcut ama ana konu itibariyle derinliği yüksek ve izleyicinin fazlaca çabalamasını isteyen bir film. Öyle ki filmi ilk izleyişte tamamen anlamak çok kolay değil, hayatını filmlere adayan insanların bile tek izleyişte net bir kanıya varması hiç kolay değil. Yönetmen de aslında bunu bilerek, isteyerek tercih etmiş. Hatta kimselere de filmin gerçekten ne anlattığını söylememeyi tercih etmiş. Bu sayede izleyicinin kendi teorilerini başkalarınınkiyle tartışmaları hedeflenmiş. Tabii bu durum kimi izleyici için kolay bulunmayan iyi bir fırsat iken kimi izleyici için de istenmeyen bir durum olabiliyor. Şahsen benim tamamen karşı çıktığım bir durum olmasa da net ve iyi bir sonu olan filmleri bir tık daha fazla sevdiğimi söyleyebilirim.
Filmin başrolünde Natalie Portman kendisinden beklenecek türden sağlam bir performansla filmi sırtlıyor. Son Tarantino filmi The Hateful Eight’teki rolüyle sükse yapıp Oscar adaylığı kapan Jennifer Jason Leigh, özellikle Creed ile dikkat çeken son dönemin popüler siyahilerinden Tessa Thompson, Jane the Virgin dizisindeki performansıyla epey sevilen Gina Rodriguez ve yönetmenin Ex Machina’da da birlikte çalıştığı Oscar Isaac filmin oyuncu kadrosundaki diğer önemli isimler. Tümü işlerini iyi yapsalar da fark yaratan, sıra dışı bir oyun ortaya koyduklarını söylemek zor.
Annihilation, izleyiciyi ikiye bölecek tarzda aykırı bir bilim-kurgu. Her sefer izlendiğinde yeni detaylar bulunabilecek, farklı anlamlar çıkarılabilecek uçsuz bucaksız bir film. Fakat bununla beraber izleyicinin bir kısmının da hiç beğenmeyeceği, hatta nefret edebileceği bir film. Ben ikisinin ortasında bir yerlerde bulunmakla beraber Interstellar, Arrival gibi karşılaştırılabileceği yakın dönem iddialı bilim-kurgularının epey gerisinde, hatta yönetmenin ilk filmi Ex Machina’nın da epey gerisinde buldum. Bunda da temponun yetersizliği, sonunun yeterince tatmin edici olmayışı temel nedenler. Fakat, bu Alex Garland’ın bilim-kurgu sineması için en çok umut vaat eden yönetmenlerden biri olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Sevin ya da sevmeyin yılın en önemli sinema olaylarından biri olan Annihilation’a bir şans verin derim.
Yorum Yazın