Yıllardan beri televizyon ödüllerinde iddiasını kaybetmeyen HBO’nun Game of Thrones ve Veep gibi son dönemdeki ödül favorisi dizilerinin final yapmasının ardından yerlerini doldurması uzun sürmedi. İlk sezonuyla Emmy’de en iyi dizi dahil beş adaylık alıp, iki tanesini ödüle dönüştüren Succession ikinci sezonuyla ise çıtayı daha da yukarı çıkardı. Doğrusu ilk başta sıkıcı olduğunu tahmin ettiğim için uzak durmak istediğim bir dizi olsa da üst üste gelen ödüller ve özellikle ikinci sezona gelen övgüler sonrası diziye şans vermek kaçınılmaz oldu. İlk sezonu zamanında izleyemeyip yazamadığım için bu yazı aslında biraz iki sezonun toplu yorumu gibi olacak…
Succession, Amerika’da New York merkezli dev bir medya şirketinin sahibi ailenin taht kavgalarını konu alıyor. Dizinin başında ailenin babası ve şirketin kurucusu Logan Roy (Brian Cox) hasta yatağına düşüyor ve aile içinde süregelen taht savaşları ateşleniyor… Üç kardeşten Kendall Roy (Jeremy Strong) bu konuda en hevesli olandır ve bu uğurda göze alamayacağı bir şey yoktur. Shiv (Sarah Snook) ve Roman (Kieran Culkin) da içten içe fırsat kollamaktadır. Aileye damat olmaya hazırlanan Tom (Matthew Macfadyen) da bir başka fırsat kollayan durumundadır. Logan’ın ilk eşinden olma en büyük oğlu Connor’un ise tahtta gözü yoktur. Daha farklı hedefler ve çıkarlar peşindedir…
Resmi olarak doğrulanmasa da Fox’un ünlü medya patronu Rupert Murdoch’tan esinlendiğinin kolayca anlaşıldığı Succession, sevmesi ilk etapta zor bir dizi. Çünkü dizideki tüm karakterler kötü yönleriyle ön planda ve iticilik konusunda adeta birbirleriyle yarışıyorlar. Ailedeki herkes birbirine karşı çoğu zaman iyi gibi gözükse de birbirlerinin kuyularını kazıyorlar ve yeri geldiğinde kötü yüzlerini açıkça göstermekten de çekinmiyorlar. Fakat diziye biraz zaman tanıdıktan sonra, karakterlere alışmaya başladıktan sonra hikaye giderek ilginçleşiyor. Dizide çok ekstrem olaylar yaşanmasa bile sadece diyaloglar üzerinden kendinizi bir anda gerilimin içerisinde bulabiliyorsunuz…
Dizinin ikinci sezonunda ana gündem maddesi Roy ailesinin kendileriyle zıt siyasi görüşteki bir başka medya devini satın alma girişimi oldu. Bu görüşmelerde zengin hayatlarının pek görmediğimiz farklı bir yönünü görmek oldukça ilgi çekiciydi. Sezonun ikinci yarısında ise #MeToo harekatının etkilerini Roy ailesi de yaşadı. Tıpkı Fox’un yaşadığı Roger Ailes skandalı gibi. Logan’ın bu olayı kapatmak için bir kurban seçmesi gerekti ki sezon finalinde bu seçimin oluşturduğu gerilim harikaydı ve dizinin şu ana kadarki zirvesini oluşturdu… Bu arada sezonun dokuzuncu bölümünün bir kısmı Türkiye’de geçti. İki Türk oyuncu Ekin Koç ve Selim Bayraktar da dizide rol almış. Ben ikisini de tanımadığım için sonradan öğrendim varlıklarını. Sevenleri o bölümü farklı gözle izleyeceklerdir. Dizinin Türkiye için olumsuz bir portre çizmesi ise hoş olmamış. Üstelik çok gereksiz bir yan hikayeydi…
Dizinin tanınmamış isimlerden oluşan oyuncu kadrosundaki herkes işini çok iyi yapıyor. Başroldeki Brian Cox, güç sahibi acımasız zengin karakterini inanılmaz iyi benimsemiş. Ona eşlik eden Jeremy Strong da çok iyi. Özellikle ikinci sezonda karakterin gelgitlerini çok iyi yansıtmayı başarıyor. Erkeklerin arasındaki güç savaşında onların altında kalmayan Shiv karakteriyle Sarah Snook da çok başarılı. Keiran Culkin ise diziye çoğu zaman komedi katıyor ve şüphesiz performansıyla o da çok başarılı…
Nicholas Britell imzalı muhteşem jenerik müziğiyle de kalitesini belli eden Succession, ekranlarda son dönemde karşımıza çıkan en üst düzey işlerden biri. Amerika’daki zengin hayatını bugüne kadar belki de en iyi şekilde gösteren dizi olmasının yanı sıra izleyiciye adeta modern bir Game of Thrones sunuyor. Her iki sezonu da yaklaşık 1 saatlik 10’ar bölümden oluşan diziye çok geçmeden başlayın derim. Karakterleri sevmenin zorluğuna, hikayenin yer yer yavaş akması sizi korkutmasın. Hemen sevmeseniz bile sabrettiğinize değecek…