Little Miss Sunshine ve Ruby Sparks gibi iki harika filmi sinema dünyasına kazandıran yönetmen çift Jonathan Dayton ve Valerie Faris beş yıl gibi uzun bir aranın ardından nihayet üçüncü filmleri Battle of the Sexes ile yeniden karşımızda…

Amerika’da yakın döneme damgasını vuran Clinton – Trump çekişmesini anımsatan Battle of the Sexes, konusunu 1973 yılında o dönemin kadınlar tenisinin bir numaralı ismi Billie Jean King ve eski erkekler şampiyonu Bobby Riggs arasındaki tarihi maçtan alıyor. Billie Jean King gayet aklı başında gözüken başarılı bir kadındır. Bobby Riggs ise güç sahibi olsa da medyada ahmakça tavırlar sergileyen bir adamdır. Sıradan bir tenis maçından çok daha fazla anlam taşıyan bu maç, Billie Jean King’in kadın hakları baş kaldırısının son noktası olması açısından büyük öneme sahip…

Hikayemiz Billie Jean King önderliğindeki kadın tenisçilerin turnuvalarda eşit ödül almak için savaş vermesiyle başlıyor. Erkek tenisçiler ve kadın tenisçilerin çektikleri seyirci miktarı eşittir fakat erkeklerin kazandığı kadınlara göre kat kat daha fazladır. Billie Jean King bu duruma karşı çıkmaya çalıştığında ise “erkeklerin bakmakla yükümlü oldukları aileleri var”, “erkekler daha güçlü ve insanlar onları izlemekten daha çok keyif alıyor” gibi argümanlarla karşı çıkıyorlar ve tabii bunlar Billie Jean King’in fitilini daha da ateşliyor. Diğer kadın tenisçilerin destek verdiği akımla birlikte bir başkaldırı başlıyor…

Filmin diğer kanadındaki Bobby Riggs ise eşiyle ilişkilerinde sorunlar yaşayan, hayattaki her şeye çocuksu şekilde yaklaşıp her şeyi alaya alan düşüncesiz bir adamdır. Billie Jean King’e meydan okuyarak dikkatleri çekmek ister ve erkeklerin kadınlardan çok daha güçlü olduğuna emindir. Yaptığı meydan okumayı iyice sulandırarak medyanın gündem maddesi olmayı başarır ve maçın büyük kitlelere ulaşmasında büyük rol oynayarak aslında Billie Jean King’in amacına hizmet eder…

Battle of the Sexes, kadın erkek eşitliği üzerine çekilmiş ve derdini iyi şekilde anlatan bir film. Tam da sinema dünyasındaki kadın-erkek oyuncuların ücretlerinin eşitsizliği gündemi sıklıkla meşgul ederken filmin meselesi daha da anlam kazanıyor. Geçen yaklaşık 45 yıla rağmen hala bazı alanlarda çok yol alınamamış olması düşündürücü. Ana konusu dışında filmin Billy Jean King’in kuaförü Marilyn ile yaşadığı ilişki ve kendi cinsel eğilimini bulma çabası var ki bu geri plana atılmış gibi gözüken kısım aslında filmin başarılı noktalarından birini oluşturuyor ve filme konu çeşitliliği, ekstra derinlik de katıyor…

Geçen yıl La La Land ile Oscar kazanan Emma Stone bu yıl da Battle of the Sexes’te kariyerinin en parlak performanslarından birini sergiliyor. Geçen yıl Oscar kazanmamış olsa veya Oscar yarışının daha hafif olduğu bir yıl olsa muhtemelen bu yıl da kendisini Oscar adayı olarak görürdük. Steve Carell’ın da rol arkadaşından aşağı kalır yanı yok. Bobby Riggs için olabilecek en doğru seçimlerden biri olmuş. Performansı bazı anlarda fazla karikatürize gelebilir ama Bobby Riggs’in arşiv görüntülerine bakınca bunun olması gereken olduğunu görmek mümkün. Andrea Riseborough, belki iki başrol kadar gösterişli oynamamış ama sade oyunu etkileyiciydi. Yılın dikkat çekici yardımcı oyuncu performanslarından biriydi…

Tüm bu olumlu yanlarına karşın Battle of the Sexes’in kusursuz olduğunu söylemek de zor. Filmin mesaj kaygısı biraz fazla göze sokuluyor. Film, süreyi kullanma konusunda da yeterince başarılı değil. Fakat neticede ilgi çekici, önemli bir olay gayet keyifli performanslarla filmleştirilmiş. Başarılı örneğine pek rastlayamadığımız az sayıdaki tenis filmlerinden biri olmasıyla da ayrıca değerli. Keşke pazarlama çalışmaları daha iyi yapılabilseydi de daha çok izleyiciyle buluşabilseydi. Bana kalırsa yılın daha çok değer görmeyi hak eden filmlerinden, şans verin derim…

Battle of the Sexes

7.5

Puan

7.5/10

Yorum Yazın

Email adresiniz yayınlanmayacak.