2016 yılında Netflix’in en iddialı işlerinden biri olarak başlayan The Crown’a ilk zamanlarında şans verenlerden biriydim. Ne var ki birkaç bölüm izlediğim dizinin temposunu çok ağır bulunca özellikle oyuncularını çok beğenmeme rağmen hızlıca terk etmiştim. Aradan geçen yıllarda hem ben Avrupa tarihine daha meraklı bir hale geldim, hem de dizinin Prenses Diana’lı son sezonu tüm ödülleri silip süpürdü. Hal böyleyken diziye bir şans daha vermek kaçınılmazdı ve bu karar şahane bir geri dönüş hikayesine dönüştü…
İngiltere kraliçesi 2. Elizabeth’in tahta çıkış döneminden başlayarak uzun süren hakimiyet yıllarını mercek altına alan The Crown, bir yandan dünyanın en saygın kraliyet ailesinin iç yüzünü aktarırken diğer yandan İngiltere’nin son 70 yıllık tarihine ışık tutuyor. Oldukça uzun bir zaman dilimini ele alan dizi, gücünü tarihin kendisinden alıyor ve çarpıcı gerçek olayları meydana çıkararak kaliteli bir yapım izlediğinizi her an hissettiriyor…
Dizinin hızlı ilerleyişi kadronun ve karakterlerin de sürekli yenilenmesini gerektiriyor. Bu açıdan bir önceki üçüncü sezon dizinin en kritik sezonuydu. Özellikle Claire Foy’un çok sevilen performansı sonrası onun yerine Olivia Colman’ın geçişi çok riskli bir zorunluluktu. Biraz geçiş sezonu gibi olan üçüncü sezonun ardından gelen dördüncü sezon ise dizinin gerçek anlamdaki zirvesi oldu. Dördüncü sezonun dizinin en iyi sezonu olmasında elbette Diana gibi dünyanın belki de gelmiş geçmiş en çok sevilen kraliyet mensuplarından birinin diziye katılmasının payı çok büyüktü. Fakat tek sebep bu da değildi. Üç sezon boyunca olgunlaştırılan karakterlerin artık olgunluklarında zirveye ulaşması, prens ve prenseslerin hikayeye ciddi karakter zenginliği katmaları da bu başarıda büyük etkenlerdi. Tabii bu sezonun başbakanı Margaret Thatcher’ın yani “The Iron Lady”nin katkılarını da es geçmemek gerek…
Her bir bölümü film gibi hazırlanan ve her bir bölümü farklı bir olaya odaklanan dizi için bu durum önceki sezonlarda hem bir artı hem bir eksiydi. Çünkü diziler genel olarak sürükleyicilik üzerine kurulu işler iken her bölümde yeni bir olay örgüsü yaratıp her biriyle izleyicinin ilgisini diri tutmak kolay bir iş değil. The Crown’ın da zaman zaman önceki sezonlarda bunda zorlandığı bölümler oluyordu, ancak bu sezonki bölümlerin neredeyse hepsinin aynı düzeyde ilgi çekici olduğunu söylemek mümkün…
Dizinin her bir bölümünün film gibi hazırlanmasını sadece senaryo anlamında değil teknik kalite anlamında da değerlendirmek mümkün. Dizinin prodüksiyon tasarımı, görüntü yönetmenliği, müzik kullanımı kusursuza yakın. Cast seçimi ise tüm zamanların en iyileri arasında anılacak derecede başarılı…
Dizinin çok zengin oyuncu kadrosunda herkesi tek tek övmeye kalkışmak zor. Fakat dizideki tek bölümlük konuk oyuncuların bile çok başarılı olduğunu söylemek mümkün. İlk sezonlarda Claire Foy’un performansı dizinin en iyi yanlarındandı. Olivia Colman, onun yerini doldurma konusunda gerçekten müthiş bir iş başardı ve takdiri hak ediyor. Helena Bonham Carter’ın Vanessa Kirby’nin yerine gelmesi ise kağıt üzerinde en kötü duran oyuncu değişikliğiydi. Çünkü fiziksel olarak iki oyuncu bence birbirlerine hiç mi hiç benzemiyorlardı. Fakat Helena Bonham Carter, karakteri çok iyi benimseyerek karakterinin ruhunu çok iyi yansıtmayı başardı. Vanessa Kirby’yi neredeyse unutturdu…
Diziye dördüncü sezonda yeni katılan isimler de tam isabetti. Emma Corrin, Diana rolü için muhteşem bir keşif olmuş. Hem güzelliği hem performansıyla sezon boyunca adeta büyüledi. Kendisini izlemek çok büyük bir zevkti. Diana’nın bir hayli kompleks psikolojisini çok iyi yansıtmayı başarmış… İngiltere’nin ilk kadın başbakanını canlandıran Gillian Anderson da bir başka çok doğru seçim olmuş. Performansının aynı karakterle Oscar kazanan Meryl Streep’ten daha iyi olduğu bile rahatlıkla iddia edilebilir…
Uzun lafın kısası daha önce birkaç bölüm izleyip burun kıvırdığım The Crown’a ikinci denememde hayran kaldım. Özellikle de dördüncü sezonu hem dizinin açık ara en iyi sezonuydu, hem de son yıllardaki en iyi dizi sezonlarından bir tanesiydi. Kendi türü içerisinde seviyeyi çok yüksek noktalara taşıdığı muhakkak. Bu yazının diziyle ilgili blogda yazdığım ilk yazı olmasından dolayı biraz fazla genel geçer kaldığının bilincindeyim. Dizinin kapıda bekleyen iki sezonu daha var ve kadro tıpkı üçüncü sezon olduğu gibi bir kez daha yenilenecek. Kalan iki sezonu da şimdiden merakla bekliyorum…
[…] beklendiği üzere İngiltere’de geçen iki dizi The Crown ve Ted Lasso damga vurdu. Dramada The Crown, bütün önemli ödülleri silip süpürürken en iyi dizi, oyunculuk, yönetmen ve senaryo gibi […]