Siyaset tarihinin en sıradışı kişiliklerinden biri olan ve İkinci Dünya Savaşı’nda Hitler’e karşı elde ettiği başarısı nedeniyle İngilizlerin pek sevdiği Winston Churchill, son 1-2 yıldır sinema ve televizyon gündemini sıkça meşgul eder hale geldi. Geçtiğimiz yıl The Crown’da John Lithgow’un muazzam performansıyla karşımıza çıkan Churchill, bu rolle usta aktöre Emmy ödülü kazandırdı. Bu yıl ise Gary Oldman’ın performansıyla bu kez beyaz perdeye çıkan Churchill, bu kez Gary Oldman’a ilk Oscar ödülünü kazandırmaya çok yakın…

İkinci Dünya Savaşı’nın kilit harekatlarından biri olan ve bu yılın bir başka Oscar adayı Dunkirk’te de işlenen Dinamo Operasyonu’nun perde arkasını anlatan Darkest Hour’u kostümlü romantik filmlerle özdeşleşen Pride & Prejudice, Atonement, Anna Karenina gibi filmlerin yönetmeni Joe Wright yönetiyor. Film, aslında Steven Spielberg’ün 2012 yapımı Lincoln’ü ile ciddi benzerlikler gösteriyor. Lincoln’de Abraham Lincoln’ün biyografisi yerine köleliğin kaldırılma sürecine odaklanılmış ve bu eksende yapılan siyasi mücadelelere yer verilmişti. Darkest Hour’da da biyografik bir yaklaşım yerine Churchill’in en önemli başarısı olarak kabul edilebilecek Dunkirk çıkarması ya da diğer adıyla Dinamo Olayı’na giden yoldaki siyasi mücadele ele alınmış.

Darkest Hour, İkinci Dünya Savaşı’nın göbeğinde yani Hitler’in Avrupa’yı kasıp kavurduğu dönemde geçiyor. Mevcut İngiltere başbakanı Neville Chamberlain savaş döneminde çok yetersiz görülerek istifaya zorlanıyor. Yerine geçecek isim konusunda ise hakkında şüpheler olsa da ibre zor bir adam olan Churchill’e gidiyor. Churchill de pek naz etmeden teklifi kabul ediyor. Churchill’in önünde iki seçenek vardır. Dönemin İtalyan başbakanı Mussolini’yle müzakere teklifini kabul etmek veya Hitler’e karşı koyarak savaşa dahil olmak…

Biyografik filmlerde Darkest Hour’un yaklaşımını pek benimsediğimi söyleyemem. Biyografi olmaya soyunup sadece çok kısa bir olay üzerinden geçip geri kalan her şeyi izleyiciye bırakmak bana çok doğru gelmiyor. Darkest Hour’da ele alınan kısa süreç başarılı şekilde işlenmiş ancak bu filmi izleyerek Churchill’i tanımak pek mümkün değil. Churchill’in pek çok özelliğinden filmde değinilmiyor bile, kariyerinin diğer önemli olayları üstünkörü geçiliyor. En büyük başarısızlığı olarak görülen Çanakkale Savaşı gibi…

Darkest Hour’un en büyük artısı şüphesiz Gary Oldman’ın muazzam performansı. Film hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadan izleyen birini filmde Gary Oldman’ın oynadığını ikna etmek bir hayli zor olsa gerek. Tabii oyuncuya uygulanan makyaj da çok başarılı ama makyajın altında dağılan pek çok performansı gördükten sonra Gary Oldman’a hakkını vermek gerekiyor. Kazanacağı Oscar’ı hakettiğine şüphe yok. Oldman dışında ise kadroda pek dikkat çeken performans yok. Bu durum da karakterlerin etkisiz kalmasından kaynaklı. Churchill’in eşini oynayan Kristin Scott Thomas sadece birkaç sahnede gözüküyor. The King’s Speech filmindeki Colin Firth performansıyla sevdiğimiz 6. George karakterinde Ben Mendelsohn’ın performansı övgüler almış olsa da ben çok sıradan buldum. Baby Driver’da hayran kaldığımız Lily James’in karakteri Elizabeth de hikayeye istenen zenginliği katamamış.

Uzun lafın kısası Darkest Hour, Gary Oldman’ın harika performansıyla öne çıkan, iyi çekilmiş, iyi prodüksiyon sahibi bir film. Fakat senaryoyu, hikayenin tasarlanışını daha spesifik olmak gerekirse Churchill’in bir olay üzerinden kahramanlaştırılıp pek çok diğer özelliklerinin yabana atılmasını sevemedim. İyi bir seyirlik olsa da, Dunkirk’ün tamamlayıcısı olsa da bana göre yılın en iyilerinden biri değil…

Darkest Hour

7

Puan

7.0/10

Yorum Yazın

Email adresiniz yayınlanmayacak.